31 Aralık 2008

dünyanın düzeleceği gün

hikaye körfez.org forumdaki modalı(arzu) ablamızdan. paslaşayım dedim..

Adam, pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.Baba oğluna söz vermişti, o hafta sonu sinemaya götürecekti onu ama hiç dışarıya gitmek istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.Sonra gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritasına ilişti gözüne,önce küçük parçaları ayırdı dünya haritasını ve oğluna;

''Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim ''dedi sonra düşündü;
Oh be!! kurtuldum, en iyi coğrafya profösörünü getirsen bile bu haritayı akşama kadar düzeltemez!

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve;
Baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi.
Adam önce inanamadı görmek istedi, gördüğünde hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu.Çocuk;
''Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı, İNSANI DÜZELTTİĞİMDE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ'' dedi


yeni yıl herkese mutluluk, sıhhât ve sevgi getirsin efendim.. hea 2009 da olmazsa 2010 var, 2011 var, 2012 var... rahat olun..

bitirirken tribünlerde söylediğimiz şu güzel besteyle:

kafayı çektik yine
daldık güzel aleme
2012 de
şampiyonlar liginde
koyacağız real madrid'e
koyacağız real madrid'e

Link

30 Aralık 2008

Maide Suresi , 51.Ayet :

Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

hani "hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye"ydi?

29 Aralık 2008

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl

okulda bize öğretilen şeyler niye zor olmak zorunda?! çocuksun, zaten zor konuşuyorsun. üstüne bu şarkıyı söyletmeye çalışırlardı. ne zordur üst üste 'yeni yıl' demek. tamam anladık yeni yı. bu mudur yani bütün numaranız. yeni yıldan soğuturdu beni bu şarkı.

Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Bizlere kutlu olsun
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Sizlere mutlu olsun


o kadar yeni yıl dedikten sonra 'biiizzlere..' ve 'siizzlere..' kısımlarına gücüm kalmaz, uzun hava okur gibi damarlarım çıkardı o yaşta.

oysa ortaokulda öğrendiğimiz "cingıl bels" öyle miydi? coştururdu adamı. anlamasakta o her cingıl bels öncesi sınıfça "HEY" diye bağırır coştukça coşardık. ondan sonra yılbaşı dansöz izlemekten ileri gitmiyor işte.. ne performans bekliyorsun. bütün tvlerde yeni yıl diyor. hemen kapıyor tvde dansöz arıyorum, yaşananları unutmak için. yılbaşında dansöz oynatmanın ilk çıkışı böyle olmuştur. ne zaman bu yeni yıl şarkısı milli eğitim müfredatına girdi. memleketin dansöz ihtiyacı arttı.




bidibidi: hea bi de ortaokulda harita çizememenin verdiği hüzün vardır. tasvir edilemez..

Ne Zaman Öfkeleneceğiz?!







Zap yaparken denk geldiğinde, ölü sayısı kontrolü için durup bakılıyor kanallara. "Vah vah allah yardımcıları olsun" dedikten sonra tekrar desti izdicaç'a dönülüyor. Yanıbaşımızda Irak'ta neler oluyor bunları bile görmezken..... İnsanlıktan çıkıyor, insani dugularımızı kaybediyor, tepkisizleşiyoruz. Sokakta adam dövülüyor, herkes yoluna devam ediyor. Kıyamet filan varsa kopsun acilen. Yeter! bu pislik başka türlü temizlenmez!

26 Aralık 2008

lombelikodelmondo

bugün yorulum. gözlerim ağrıdı. sinüzitten dolayı başım zaten ağrıyor. delirdi bugün kendileri. sabah işe geç kalınca daha çok üşüdüm. ne soğuktu. 2 metrelik tatar ramazan atkımı takmıştım halbuki.

zampara seyfettin'i buldum. onu izlicem oturup. biri gelip mısır pörtletsede yesek.

canım sıkılıyo be. peçetenin üstünde atlas var. 31 aralıkta yapıalacak iş listem. 76 adet parça. fonda uğurlama çalıyor.. ben gidiyorum

25 Aralık 2008

Önemli işler..

Hasan Pulur'dan bi arak =)

İşsiz ve huysuz adamı camiye ibrikçi yapmışlar, adam ibrikleri dizmiş bekliyor, abdest alacak olanlar, bir ibrik alıp şadırvana gidecekler, devir eski devir, şadırvan musluklarından şakır şakır su akmıyor.
* * *
BİRİ gelip, rastgele bir ibrik aldı mı, ibrikçibaşı “Bırak onu, bunu al!” diyor.
Dayanamamış sormuşlar:
“Yahu aynı ibrikler, niye onu bırak bunu al, diye müdahale ediyorsun?”
“Ben müdahale etmesem, istediğini alıp gidecek. Benim işim ne?”
* * *
ADAM büyük bir mağazaya gitmiş, tezgâhtara sormuş:
“Kırmızı, bir kravat almak istiyorum!”
“Düz kırmızı mı, çizgili mi?”
“Çizgili!”
“Bir üst kata, birinci kata çıkın, çizgili kravatlar orada bulunur!”
* * *
ADAM birinci kata çıkmış, tezgâhtara sormuş:
“Kırmızı, çizgili bir kravat istiyorum!”
“İnce çizgili mi, kalın çizgili mi?”
“Kalın çizgili olsun!”
“O halde bir üst kata çıkacaksınız, kalın çizgililer orada bulunur!”
Adam lahavle çekip, üst kata çıkmış:
“Kırmızı, kalın çizgili bir kravat istiyorum!”
“Yatay çizgili mi, dikey çizgili mi?”
Hoppala!
“Yatay çizgili olsun!”
“Bir üst kata çıkacaksınız, yatay çizgili kravatlar orada!”
* * *
ÇIKMIŞ üçüncü kata:
“Kırmızı, kalın yatay çizgili bir kravat istiyorum!”
“Hangi elbiseyle giyeceksiniz?”
Tepesi atmış:
“Size ne elbiseden?”
“Olur mu? Elbiseyi görmeden kravatı veremeyiz!”
* * *
ADAM o hırsla, merdivenleri koşarak inmiş, sokak kapısına gelmiş, kıçı açık bir adam, bir elinde donu, öbür elinde tuvalet kapağı bağırıyor:
“İşte kıçım, işte donum, işte oturacağım tuvaletin kapağı! Bu üçüne bir tuvalet kâğıdı verin!”

23 Aralık 2008

ilk cümleni anlasam..


Müge Atalay yazmış; sevdiğimiz kitaplardaki ilk cümleler.. diye. Aklıma gazetelerdeki süpersonik köşe yazarlarının ilk cümleleri geldi. eskiden beni deli eden köşe yazıları hakkında yazmıştım bi yerde.
buldum kopyalıyorum =)

halkımızın neden üç yüz, dört yüz kelimeyle konuştuğunu resmen çözdüm. daha doğrusu, kelime haznesini genişletmek yerine “kaş göz işaretleri” ya da “el kol hareketlerini” tercih ettiğini anladım. hafta sonu ya.. evde okumadığım gazeteler birikmiş. çayımı demledim. okumadığım gazete dergileri yanıma yığdım.

ilk elime gelen islamcı kanattan bir günlük gazete oldu. orasına burasına bakarken “anadoluculuk” başlıklı bir yazı gözüme ilişti. genel başlık da “türkiye kimliğine alternatif yorumlar..” başlığın altındaki spotu okudum. kelimesi kelimesine şöyle: “anadoluculuk, gerçekte globalleşme ile etnosentrizmin birarada yaşaması çelişkisinden kaynaklanan ansiyetik bir tepki görümündedir..”

amin! allah kabul etsin de ne demek şimdi bu? bir daha okudum çözmek mümkün değil. cümlenin ortasına geliyorum, daha öncekileri unutuyorum. içimde okuma aşkı var ya! direneceğim. evde ne kadar gazete kuponuyla toplanmış ansiklopedi, sözlük varsa içine daldık. enstrosentizm sözcüğünün ne demek olduğunu buldum: etnik merkezcilik, demekmiş..
ansiyektik ise bizimkilerin sonradan icat ettiği bir şey olmalı. fransızca ancien’i buldum. karşılığı : eskiden kalma, gibi bir şey. sonra gazeteyi elimden bıraktım.

bu sefer sol bir gazetenin eki geçti elime. “belirlenirlik , oluşsallık, kestirebilirlik..” başlıklı bir yazı çarptı gözüme. “eh, başlıkta ilgi çekmek istemiş olabilir “ dedim. yazıya geçtim. bir süre geçti , birden fark ettim ki okuduklarımdan bir şey anlamıyorum.
neden mi? bakın şu cümleye: “duyu organlarımızla algıladığımız ( atomlar , evrimsel süreç, psikoseksüel gelişme gibi) algılayamadığımız bölümlerini ve yönlerini de kurguladığımız empirik ya da olgusal dünyanın birtakım temel ilkelere göre işlediğini söyleyebiliriz”

al başına belayı.. biraz kültür araştırması sonunda yukarıdaki cümlenin “ allah’ın dediği olur” gibisinden bir anlama geldiğini çıkarabildim. ancak emin de değilim.

hemen telefonu açıp tanıdığım en kültürlü adamı aradım. ilkokul dörtte takdirname almış. ortaokulda sınıfta kalmışlığı yok.
-sana bir cümle okuyacağım dinle..

yukarıdaki cümleyi tane tane okudum.
-şimdi sana bunun anlamını sormuyorum. sadece aklında kalan beş kelime söyle..

karşıdan cevap geldi

-sen haplandın mı ?

uzatmayıp telefonu kapadım. ama ufaktan ufaktan da kompleks basıyor, kıllanıyorum. kendimi “anlama özürlü “ biri gibi düşünmeye başladım.

sonra durdum “ulan allah’ın gazetesi dergisi bir tek bunlar değil ya dedim. bir dergi geçti elime.. atilla ilhan hakkında bir yazı var.. severim atilla ilhan’ı. yazı sardı beni.. yazıya dayanmış bir ömür başlıklı yazıyı okumaya başladım.

“imgelem ve düşlemi öne çıkarışlarıyla, betimlemeden imge ve eğretilmeye geçişiyle garipçilerin ve kendisinin aktif realistler, diye adlandırdığı toplumcu gerçekçi şairlerin öykülemeye yaslı şiirini belirtmekte olan yeni kültürel, düşünsel, tinsel sorunların dışlaştırılması için yetersiz bulunan ve başka türden bir yazınsal, şiirsel, beklenti ufkuna doğru dönen….” yeter ben tükendim, cümle tükenmedi.. pes ettim. bu kadar tesadüf olamaz üst üste allah benim sabrımı deniyor olmalı.

ulan bu laflar cumhuriyet’in bulmacasında bile yok. yok yani..

boş adam da sayılmam. mesela sorun bana japon lirik dramı nedir , diye “no” diyeyim.. bir ingiliz birası “ale”.. galiba benim zorlanmam üç dört harfi aşan kelimelerde.. ama bu kadar belalılarını hiç okumamıştım.

ne yani türkçeyi böyle mi konuşacağız.. maçlarda “ psişik sapmalarla anne karnında meydana gelen fiziksel yöntemlerden dolayı karşı cinse ilgi duyan hakem..” diye mi bağıracağız?? bu sırada telefon çaldı arkadaş aradı , az evvelki.

-sen biraz önce ne demek istedin?

ben de elimin altındaki dergiyi çekip rastgele bir cümle okudum.

-bir şey demek istemedim.. belirlenirlik yada belirlenirliğin, çok yalın olarak neden – sonuç ilişkisi biçiminde görebileceğimiz nedenselliğin geleceğe uzantısı olduğunu söyleyebilir miyiz, diye sormak istedim…

ne cümle ama ?

karşıdan cevap
-ben de senin… dedi kapadı.

oda benim gibi “elinde olmayan aksamalardan dolayı” okuduklarımı anlamıyor.
cehaletin kıymetini bilin.. her zaman derim “ cehalet mutluluktur”..

02.2007

sevişmezsen dans iyidir..

normal bi dans yok mu kardeşim. bachata bizi bozar diyorum sana

22 Aralık 2008

faşizme karşı omuz omuza faşizm

halkın milliyetçiğine karşı çıkarken, "ezilmiş halklar" gibi sempatik laflar faşizme karşı kullanılıyor. ezilenlerin yanında olma psikolojisi diyebiliriz buna. bu psikolojiyle meseleleri değerlendirirken objektiflik sınırlarını aşıyor insan.
kürt faşizmi çoğunlukla farkında bile olmadan yapılıyor.
faşizme karşı, haklı insanların çıkıp "kürdüz ölene kadar" demesi gerçekten komik oluyor. hem ırka dayanan bi idolojiye düşman olacaksın hem de ırk vurgusu yapacaksın.

en boktan şeydir ırkçılık. karşıyken bile dikkatli olmalı. ezilen halk romantizmi kimseye fayda sağlamıyor çünkü. sadece varolan milliyetçiliği körüklüyör. yani aslında ıkçılığın önüne geçmek için yapılan şey yine ırkçılığı tetikliyor. kürt faşistlerinde oturup sorgulamaları gerekir bunu.
bu topraklarda faşizmin döktüğü kanlara eli bulaşan kim varsa, onun karşısında ne yapılabilirse onu yapmayı isterim. ama sen artık bu kanlarla besleniyorsan ve varlığını artık bu faşizme borçluysan egemen olanın faşizmi ağır basıyor. bi bakıyorsun karşısında durduğun adamlarla aynı kanda ellerin.

mevzu aslında "örtmenim camı ben kırmadım" diyen çocuğun camı kırmış olduğudur.

başkalarını savunmak iyi değildir türkiye de. klasiktir bu. "iyi güzel diyonda bu x'in eline koz verir" . ermeni soykırımı meselesinde böyle bi klişeyle karşılaşırsınız mesela "aman ermenilerin eline koz vermeyelim, olduysa bile saklayalım" ne kadar salakça olduğunu söylemeye gerek yok. ama mevzuyu illa komik hale getireceğiz. başbakan çıkıp "bana ne ya ben mi öldürdüm yeaa" diyyebiliyor.
lisede derslerin boş geçmesinden hep bunlar. mesela vatandaşlık dersine biyolojici girmişti bizde. bi subay girseydi mesela memlekette milliyetçi olmayan yetişmeyecekti. bu özür dileyen aydınlar işte bu yüzden "milli çıkarlarımızı düşünmüyorlar" o yüzden onlar bizim aydınımız değil. nasıl duygulanıyorum böyle şeyleri duyunca. canım benim.

"ama onlar da bizim topumuzu alıp kaçtı" di mi yaa

her dem her an


"pınarbaşı tadında aşk yoktur" sloganını seviyorum. slogan yaptım bundan, bu cümledende onu anlıyoruz. bi de böyle bi şey var. izmit te bir cuma namazı sokakta insanlar. aşk böyle bir şey midir?
yoksa sabahları ayılabilmek için içilen kahve midir? uykunu alamadan kalmak kahve içmek için mi? yoksa tam tersi mi? beden bağımlı oluyor. vazgeçemiyorsun. onu sevdiğin hale getirmek için uğraşıyorsun, onun için uyanıyorsun. az sonra biteceğini bile bile içiyorsun her an önemli oluyor. her yudum. aşk bu di mi? aşk.. korku güzelliği besliyor galiba. din böyle olmadı hiç benim için. küçükken o kadar korkutmalarına rağmen.


mirkelam - her dem her an

18 Aralık 2008

kendimi tebrik ederim

dün akşam eve giderken bi araba korna çaldı. baktım bizim mahalledeki caminin eski hocası. emekli olan Dursun hoca deterjan satışına başladı. eskiden günah temizlerdi şimdi lekere düşman. tamam kötü espri. bunu hocaya yapmadım tabi.

"gel beraber gidelim" dedi. hemen atladım, samimi insandır Dursun hoca. Genelde korkarım camiden, cami hocasından v.b. ama o ayrı bi adamdır. yeni cami hocası "kahveye gitmek günahtır" tipinde bi adam. ama Dursun hoca türk filmlerindeki Ali Şen'in az yavşak ve sevimli hali.

"önce bi trabzon ekmeği alalım öyle gideriz değil mi?" bu bi soru değildi aslında. "gidiyorum bak ona göre" diyordu. Ekmek almak için inerken radyoyu açtı "istediğini aç" dedi. ben ellemedim tabi. teknoloji beni sevmez bi sorun olur diye düşündüm. arabaya geldiğinde radyoda Tanju Okan "benim en iyi dostum içkim sigaram" diyordu. hoca kapadı radyoyu.

"okul bitti mi?", "ne iş yapıyrosun?", "evlilik ne zaman?" gibi seri sorulara maruz kaldım. sonunda "Teravih namazı nasıldı?" dedi. eblek eblek bakmış olmalıyım açıkladı "ramazanda teravih diyorum, ben kıldırdım ya onu sordum?"

dumur oldum kaldım. "eee şey kem küm.." bi kaç saniye saçmaladım emekli olduğu epey oldu diye biliyordum. meğer ramazanda cami hocası tatile gitmiş onun yerine emekli olan eski cami hocası bakmış. "siz her zaman iyisiniz hocam" dedim. şevkle gözleri parlayarak konuşan adama "ramazanda hiç teravih namazına gitmedim hocam, kadir geceside sarhoştum zaten" mi deseydim. Yüzünde gülümsemeyle beni eve bıraktı ve evine gitti. yalan söylememiş ve durumu kurtarmıştım. Çünkü hep iyi bildim ben onu. Ellerinden öperim tonton hocam..


*başlık selahattin duman'dan araktır.

17 Aralık 2008

Vakti Geldi Ayrılığın Ne Yapsak Boş


"belki beraber olsaydık , mutlu olabilirdik ama beklediğin günlerin hep baş ağrılı geçiyorsa, ihtimal üzerinde yoğunlaşmayada gerek yok. malum hayat o kadar uzun olmayabilir. en iyisi durup bi nefes almak..." dedi kız.

çocuk hayat aslında sevdiklerin yanında olmadığı zaman uzun olduğunu, beraber olsalardı zaman daha çabuk geçerdi, tezini savundu. hem ilişkide ara vermek olmazdı çocuk için. araların kimseye faydası olmadığını düşünürdü.

kız kafasında bitirmişti zaten. ne dese olmayacaktı işte. mesafeler aşkı paslandırıyordu. yıpranmak, paslanmaktan iyiydi oysa.

çocuk gevşekti, kız tam tersi herşeyi en ince detayına kadar düşünüyordu. bu kadar farklı olduklarını uzaklaştıklarında anlamışlardı.

oysa kız kokusuyla bile pandik atıyordu adeta çocuğa. çocuk; acaba ona sıkıca sarılmam teninin tenime refleksi miydi? diye düşündü..

oysa aynı hayatları paylaştıkları, aynı havayı soluduklarını ve hep aynı hayatı yaşayacaklarını düşünmüştü şimdiye kadar. belki de hiç düşünmemiş, işi bu yüzden berbat etmişti. 5 yıllık kalkınma planı yapmadığı için mi bu durumdaydı şimdi? herşeyi ben düşünüyorum demişti kız. sen ne yapacaksın? sen şöyle yap, böyle yap. demeye başlamıştı kız. kendini olayların dışında tutarak.

sonunda bitiyordu işte. meg ryan gibi öpüşebilen kadındı o. fazla saf kalmıştı çocuk onun yanında.

12 Aralık 2008

bayram esemesleri

bayram sabahı paso msj geldi telefonuma. forward mailler gibi çoğu aynı ve topluca gönderildiği belli esemeslerdi. çoğuna cevap vermedim. zaten öyle bi ritüelim yoktur. bayramını kutlayacağım adamın gider elini öperim.

baksan msj gönderen herkes sanki şair. öyle çetrefilli şeyler yazmışlar bazısını 2 kere okudum amma dolambaçlı anlatmışlar "iyi bayramlar" yaz işte.

en güzelini seçtim paylaşmak istedim. aşık burçin izmir'den yolladığı msjda :

"bugün bayram, erken kalkın. sevinçliyiz hepimiz. yaşasın 23 nisan" yazmış. bayramın en güzel esemesi bu oldu.

kadınlar datmin edilmeli


bi kadın saç rengini veya modelini değiştirdiğinde fark edin. yoksa ya sus pus olup somurturlar siz anlayana kadar (ki ben anlamadım sonunda 'fark etmedin mi saçım nasıl olmuş?' dedi.) veya ağlayanıda görülmüştür. ,

ancak "ne saçı, ne boyası, fark etmemişim" gibi cevaplar vermeyin. kıvırın kıvırabildiğiniz kadar "manyak mısın? çok güzel olmuş. seni uyuz etmeye çalışıyordum" denilebilirmiş mesela. yerse tabi. gerçi yemese bile söylemeli datmin etmeli.

fotografta bülent bölükbaşı saçlarındaki kepek problemi yüzünden ağlamıyor belirteyim. vefanın sadece semt olduğunu gösterir bir tablodur..

6 Aralık 2008

pınarbaşı tadında aşk yoktur

akşam arkadaşta içerken trt2 açıktı "rob roy" oynuyordu. kadın adama aşıktı, deli gibi seviyordu. ama erkek çok göttü:

kızcaaz - seni seviyorum

gt adam - senin aşkın bi gübre yığını ve ben onun üstünde duran horozum



sonra sittir oldu gitti. içkiden bi yudum daha aldım, bi küfür savurdum..

1 dakika



saat 23:59 ve sorulan soru:

"bugün senin doğum günün müydü?!"

turgay şeren olsa "yok ebesinin..." derdi. "1 dakika" dedim.. baktım 00:00 "yoo" dedim

öptüm seni blog

5 Aralık 2008

bir sarsaklık var belli
ellerim titriyor her sigara yakışta
bir korkaklık var besbelli
kalp tekliyor her aşkta.

artık daha iyi biliyorum
anılara bir parça daha
katma çağları bunlar.
her öyküyü
bir parça abartma çağları.

bir şiir yazarsam belki
düzelir sandım sattığım harfler
sadece üzüldüm.

yirmidört yılı unutursam,
uzanır sandım önümde yeni anlar
sadece yanıldım

bir yanlışlık var belli
her iki gözümde birer uzun yaş
müjdecisi olmaz ki yarının
yirmibeş denilen bu manasız yaş

4 Aralık 2008

Munlayt en vodka



Okul tek dersten bi sene uzamıştı. ankara da röntgencilik yapıyordum. tamam, milleti dikizlemiyordum. röntgen üreten bi firmada çalışıyordum. Öğrenciydim ve fena para almıyordum hepsini sakarya caddesinde barda harciyordum. sabah 9 dan akşam 5-6 ya kadar işteydim. iş çıkışı sakarya da nihayet veya limon bara giderdim. bazen gece makina çıkışını kontrol etmeye gitmem gerekirdi.
bunları ekürim Selçuk la beraber yapıyordum. bir diğer röntgenciydi. benden 3-4 yaş büyüktü ama aynı sınıftaydık. eşek kadar adamdı. istanbul beyefendisiydi(!) çok artisti. yok üniversite bitirmiş yok çift anadal yapıyormuş. yok bilmemkaç dil biliyormuş. ingilizce ve ispanyolca iyi konuşuyordu. almanca ve fransızca bildiğinide söylüyordu. ama atıyordu. beraber girmiştik işe, oda dan tanıdık sayesinde gidip görüşmüş beraber başlamıştık.
okulda ilk gördüğümde hiç kimseyle konuşmuyordu selçuk. tabi benimle konuşuyordu ancak 2. sınıfta. kimseyle konuşamadığından belki iyi anlaştık. adını dahi 2. sınıfta öğrenmiştim. iyi dost olduk. ona kel ayvırsın diyordum.
herif tam manyaktı. bende onunla beraber akşama kadar deli gibi çalışıyordum .akşama kadar bi sürü resim çiziyor. dosya işlemleri yapıyor. elektronikçilere akıl veriyor. imalata gidip makina başında çalışıyorduk. akşam da ya bara gidip içerdik yada oturduğumuz evin karşısında tesislerde basketbol oynardık.

bi akşam yine sakarya daki nihayet e gittik. bardaki yerlerimize çöktük. barmen şakacı bi çocuktu. adı ali ydi ama izzet altınmeşe nin genç ve uzun saçlı haliydi. 'ya ali'diyorduk ona.
"ya ali" dedim üstelik cuma günüydü. gerçi bizim için diğer günlerden farkı yoktu. "biz geldik, son duanı et" dedim. ellerini havaya kaldırdı dua eder gibi. yarılmamıza ve içmemize bir sebep oluvermişti.
iş çıkışı yemek yemez direk bara giderdik. ben çok açsam bira, değilsem votka tercih ederdim. Selçuk'un bi şişe cini veya birası olurdu. buzla içerdik içkileri ağzımızda kırmaya çalışır mesud olurduk. Aralıksız sigara içerdik. Selçuk hep sigara otlanırdı benden. Üstelik aynı parayı alıyorduk. fazla sallamazdım.
hemen bi bira koydu önümüze ali. "bu ne len" dedim. "ben belki bira içmeyeceğim". pek yorulmadığım bi gün sonunda biraz uğraşmak istiyordum.
"ne içiyoruz"
"ben ayriş kafi istiyorum"
"neskafe ile türk kahvesi var abi"
"ne tırt barmensin sen ya ali, bilmiyor musun?"
"yok abi"
"tamam lan vodka ver"
o sırada selçuk coco pops tipinde, banada deli gibi yedirdiği şeylerden ve ali'nin önümüze kadeh içinde koyduğu salatalık, havuç parçaları ve tuzlu fıstık ağzına atmıştı. hepsini ağzına almış bardağındaki buzuda ağzına atıp hepsini ağzında çorba yapmıştı. abur cuburu çok severdik.
ali nin verdiği bardaklardan 3er 4er tane içmiştik. biraz sonra telefon çaldı iş yerinden röntgen çıkışı olacak ve son kontrol için gelmemiz gerektiğini söylüyordu, muhasebeci makina mühendisi sefa. Sefa gece yarılarına kadar şirkette olurdu. patron onu köle gibi kullanırdı genelde. şirkete mühendis olarak girmiş sonradan muhasebeci olup çıkmış. en eski çalışanlardan biriydi. cemaatle bağlantısı olduğunu düşünürdük hep. karısıyla sorunları vardı. gece yarısı ofiste telefonda kavga ettiklerine çok şahit olmuştuk.
Neyse, ofise girdiğimizde bu sigara içiyordu. onun içtiğini görünce otlanmayı düşündüm ama sigara içmek yasaktı ofiste. birer tanede biz yaktık.
röntgeni kontrol ettik, röntgen radyasyon yaydığı için işçiler hemen uzaklaşıyorlardı deneme sırasında. biz radyasyona meydan okuyorduk. elimizde sigarayla kontrolü yaptık. Bara dönmeden Sefa nın yanına uğradık. bazen Sefa, bazen Sefa ağabey diyorduk.
belkide bi sigara daha otlanmak için gittik yanına.
"ee bu gece ne yapıyoruz?" dedi
birbirimize baktık
"piiz yapıyoruz" dedim. bizimki anlamadı "içiyoruz".
"sen de gel"
"nereye?"
"büyük ankara pavyonuna"
uzaylı abimiz mustafa topaloğlu bakışıyla bakınca hemen
"sakarya ya gidiyoruz" dedim.
"geleyimde nasıl içilir görün" dedi.
Selçuk o sırada sigara içiyor ve ağzının kenarından hafiften salya salınmaya başlıyrdu. bişeyler söyledi anlamadım.

2-3 saat sonra Selçuk'la 1er şişe bitirmiştik neredeyse. Sefa nın karısıyla, çocuklarıyla, iştekilerle, sevgilisiyle olan bütün sorunlarını öğrenmiştik.
Selçuk bardaki kıza bi içki ısmarlamıştı. yine ağzıda fıstık ve buz vardı. kendi kadehini içtikten sonra kıza "içmiyor musun?" dedi önündeki bardağı göstererek. kızın cevabını beklemeden kadehi alıp içti sonra fıstıklı bi şekilde pis pis sırıttı.
kafa patlatan bi başağrısıyla uyandım. selçuk'un sırtı karşımda duruyordu. kızılay da neciplerin evdeydik. nasıl geldik hatırlamıyordum. kaltım Selçuk u dürttüm hala maymun gibiydi. Sefa abi ortalarda yoktu. sonradan öğrendik taksiye bindirip onu evine yollamışız..
çok çılgın çocuklardık..
bi kaç ay sonra işide ankarayı da bırakmıştım..

3 Aralık 2008

Aşkın Gözyaşları



Şu hayatta daha vurucu şiir var mıdır!

offfff üzülme be gülüm, sakın üzülme
olmadı işte, ayrıldık
kızmadım sana, kızamıyorum
yeterki sen üzülme ben sana hiç kıyarmıyım
yani o kadar da hıyarmıyım
hıyar dedim de aklıma geldi
yeni sevgilinle aran nasıl

oda seni benim seni çok sevdigim gibi seviyor mu
arasıra goruselim olur mu
misafir ol gel bana yumurta kırayım sana
param pulum yok ama
borc yazdırırız bakkala

seni nasıl sevdigim senin hic şşşeyind.. eee umrunda degil
hatırlarmısın bilmem
o mahur beste çalar müjganla biz fenalasırdık
haa sahi gecen gün bekledim seni
saza niye gelmedin
seni bilmem ama ben acayip gaza geldim
sonra soda içtim, geçti

hatırlamalı, sevgiyle anmalı, unutmamalı, incitmemeli
uçan memeli, kaçan memeli, tutan memeli
öbürü de gelmiş hani bana hani bana demiş
biliyorsun ne yapsam ayılamam senden asla
hafife alma ask vurur insana

birde yer vurur sonra
masa tenisi, bu kadar kolay sanma

ilvanlım
ilvanlım ilvanlım ilvanlım amman
amaan neysee

sen cok guzelsin
aa acayipsin be acayipsin c hicbiri d hepsi senin mi

hatırlarmısın sazlar çalınırdı camlıcanın bahcelerinde
benimde arabanın teyibini calmıslardı
şimdide seni çaldılar benden
ve şimdi içiyorum her gece
her gece başka bir işkembe
paça, tuzlama, kokoreç, kelle gel beni kısmen yelle

haa unutmadan ebabil bir kuşsa saka daha kuştur
saka kuş olarak kalacaktr
kuştur kuş olacaktır
kuştum kuştunuz kuştular kuşarlar

şiirime burda son verirkene
bi dakka doktor bey geliyorum
şiirime burda son verirkene
seni çok sevdigimi soylemek istiyorum
ha birde yeni bir kedi aldım o da çok şeker
gidişim suskun olmustu ama donusum muhtesem oldu
yaslı gittim sen geldim
ac koynunu ben geldim

yüzümün yarısını su yarısını yokluğunla yıkarken
gözüme hüzün kaçtı, anladım
ne yapsam ne etsem geçmeyeceğidi
bu sensizliğin ağır sızısı
ve bileklerimden hep
yalnızlık akacaktı, kan kırmızısı

29 Kasım 2008


üst üste yakılır sigara. küfür gibidir. bazen sadece kül düşmesindir derdim. arabeskleşir bazen amerikan ruhum. bu şehrin gecelerinde detone ölümler görmüştük. arkası yalandan sevişmeler. ayrılığın tortusu birikti gözlerime "to be or not to be" benim ikilemim değildi. yeni türküler söylemeliydi insan. yeniden aşık olmalıydı. asıl mesele yaşayabilmekti. düşünüyorum o halde varım mı? düşünüyorum o halde varsın mı?
ne diyorum ben ya, siz şarkıyı dinleyin yeter :) bir de şu takvimden istiyorum

25 Kasım 2008

boş ol boş ol boş ol



hayat ne zor be blog. caner'le aydın'ı bile ağlatmış.. benim dövüne dövüne ağlamam gerekmez mi.. hala gidip o kafe, bu çay bahçesi dolanıyorsun. eski sevgilin yeni sevgilisiyle sei tanıştırmamışmıydı kuzum.. niye hönk diye kaldın lan? dunkof musun. ne güzel adammış halbuki o dunkof. normal hayatında öyle merdivenleri çifter çifter inmezmiş..


lombak'ın ilk sayısını aldığım gün hissettiğim heyecanı tarif edemem be blog..

hele vesikalıktan karakter tahliline gönderdiğimiz mektup içinden arkadaşın resmini alıp tahlil yaptığı sayıyı gecenin bi yarısı ankara'da lombak aramıştık.

kötü kedi şero tişörtleriyle az mı gezdin he.. nerdedir şimdi ne yapar ? arayıp sordun mu. vefasız herif




fordun şu reklamına hastayım. ford yapasım geliyor. yani makinacı olduğumuzdan diyerekten..

forden sie bitte.. (böğğğğ)

Sennur'a Yardım


Sennur henüz 31 yaşında. 2007 yılının Ağustos ayında lösemi (AML2) tanısı konuldu. Hiç ümidini kaybetmeden gerekli kemoterapi tedavilerini gördü.

Ancak bu yıl da Temmuz ayında hastalığı tekrarladı. Sennur’un iyileşmesi, önümüzdeki bir ay içinde ilik nakli ameliyatı olmasına bağlı.

Yapılan araştırmalarda onun için yurtdışında gerekli donör bulundu. Ancak ilik nakli için yaklaşık 300.000 YTL’lik bir tutar gerekiyor. Aile olarak varlıklı olmadığımız için bu amaçla satacak yalnızca bir evimiz var. Ancak, ameliyat bedelin yarısını bile karşılamıyor.

Sennur, lösemi ile olan savaşına halen gülümseyerek devam ediyor. İnsanın ne zaman nelerle karşılaşacağı inanın hiç belli değil.

Bizi; ailesi ve arkadaşları olarak biraz olsun anlayabiliyorsanız lütfen Sennur’un iyileşmesi için ona yardımcı olalım.
http://www.sennur.net

24 Kasım 2008

Mahmut Hoca Olmak



her öğretmenler günü ilk aklıma kendi öğretmenlerim değil o gelir. Millet okuldaki haylaz çocuklara özenirken ben ona özenirdim. CMYLM "ben iyi bir öğrenci değildim tamam ama her öğretmende mahmut hoca değil" demişti. O halde Mahmut hoca gibi mesleğin hakkını veren tüm öğretmenlerimizin gününü kutlarım..


Öğretmen'e..

"Öğrenmesi gerekli, biliyorum;
tüm insanların dürüst ve adil olmadığını.
Fakat şunu da öğret ona,
her alçağa karşı bir kahraman;
her bencil politikacıya karşılık kendini adamış bir lider vardır.

Her düşmana karşılık bir dost olduğunu da öğret ona.

Zaman alacak biliyorum,
fakat eğer öğretebilirsen ona,
kazanılan bir liranın,
bulunan beş liradan daha değerli olduğunu öğret.

Kaybetmeyi öğrenmesini öğret ona
ve hem de kazanmaktan neşe duymayı.

Kıskançlıktan uzaklara yönelt onu.
Eğer yapabilirsen, sessiz kahkahaların gizemini öğret ona,
bırak erken öğrensin, zorbaların görünüşte galip olduklarını...

Eğer yapabilirsen,
ona kitapların mucizelerini öğret.
Fakat ona sessiz zamanlar da tanı,
gökyüzünde ki kuşların, güneşin yüzü önündeki arıların,
ve yemyeşil yamaçtaki çiçeklerin ebedi gizemini düşünebileceğ i...

Okulda hata yapmanın,
hile yapmaktan çok daha onurlu olduğunu öğret ona.

Ona kendi fikirlerine inanmasını öğret,
herkes ona yanlış olduğunu söylediğinde dahi...

Nazik insanlara karşı nazik,
sert olanlara karşı da sert olmasını öğret ona.

Herkes birbirine takılmış bir yere giderken,
kitleleri izlemeyecek gücü vermeye çalış oğluna.
Tüm insanları dinlemesini öğret ona,
fakat tüm dinlediklerini gerçeğin eleğinden geçirmesini,
ve sadece iyi olanları almasını da öğret...

Eğer yapabilirsen,
üzüldüğ&u uml;nde bile nasıl gülümseyeceğin i öğret ona.
Gözyaşlarında hiçbir utanç olmadığını öğret.

Herkesin sadece kendi iyiliği için çalıştığına inananlara dudak bükmesini öğret ona, ve aşırı ilgiye dikkat etmesini...

Ona kuvvetini ve beynini en yüksek fiyatı verene satmasını,
fakat hiçbir zaman kalbi ve ruhuna fiyat etiketi koymamasını öğret.


Uğultulu bir insan kalabalığına kulaklarını tıkamasını öğret ona,
ve eğer kendisinin haklı olduğuna inanıyorsa,
dimdik dikilip savaşmasını öğret.

Ona nazik davran, fakat onu kucaklama,
çünkü ancak ateş çeliği saflaştırır.

Bırak sabırsız olacak kadar cesarete sahip olsun,
bırak cesur olacak kadar sabrı olsun.

Ona her zaman kendisine karşı derin bir inanç taşımasını öğret,
böylece insanlığa karşı da derin bir inanç taşıyacaktır...

Bu büyük bir taleptir, ne kadarını yapabilirsen bir bak bakalım "

23 Kasım 2008

Kızım Seni Futbol Delisine Vereyim mi? - Selahattin Duman

Müge Atalay Erkekler evlenilecek kadını gözünden tanır! yazmış. Ben yazamadım ama bunu paslaşmak istedim.. Selahattin Duman döktürmüş.. Buyrun:


Kızlara bu soruyu soracaksın.. Eğer türküdeki gibi “İstemem babacığım istemem..” nakaratıyla karşılık verirlerse televizyonda dizi izlemeyi yasaklayacaksın.. Açacaksın belgesel kanallarından birini.. Börtü böceğin aşk hayatını seyredip dursun..

Aile yazarınızın “Kızlara en hayırlı kısmet maç manyaklarından çıkar” bahsinde kaleme aldığı risalelerin ikincisidir..
Hayatta maç seyretmek ve üremekten başka isteği olmayan erkek ırkının ıslahından bahseder..
Yan etkisi yoktur..
Bu peşrevi yaptıktan sonra kaldığımız yerden devam edelim..
Çarşamba günü oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçının neden kısmet seçme konusunda en iyi pazar olduğunu açıklayalım..


***


Köşe yazısı marifetiyle verdiğimiz kurslara devam eden genç kızlar bilir.. Kursa yeni yazılan kızlar için bir daha söylüyorum..
Niyetiniz eğlenmek, hoşça vakit geçirmekse “uçuk kaçık, hafif serserimtrak..” erkeklere takılın..
Hani üç beş günlük kirli sakalla dolanan.. Kendilerine yaptıkları şekillle “İkinci el James Dean” havalarında gezinenler vardır ya!
Bunlardan iyi flört olur..
Çoğu baba parası yediğinden evlenecekleri kızlara o kadar hayırları dokunmaz..

EVLİLİK FARKLI

Ammaaa! Evlenme vaktiniz geldiğinde kendinize mutlaka bir sersem bulun..
Hafif şaşkın olsun.. Kravat bağlamayı bir türlü öğrenemesin.. Evde tek başına kaldığında karnını doyuramasın..
Diyelim ki yumurta kıracak..
Sahanı ocağa koysun, yumurtayı eviyenin içine kırsın.. Sonra “Nerede yanlış yaptım?” diye bön bön baksın..
Bunlardan iyi koca olur.. Karılarının dizinin dibinden ayrılmazlar.. Dışa karşı pek itiraf etmeseler de elindekinden daha iyi kadın bulamayacaklarına inanırlar..
Bu da sadakatlerine kaynak yapar.. Kuvvetlendirir..
Memleketimiz ünlü bir mankenimizin “Tamam anladık geri bir ülkeyiz ama lütfen bu kadar da geri olmayalım..” dediği türden bir yerdir..
O yüzden de mankenimizin lafı bize pek “ileri” gelir..
Geri olduğumuzdan evlenme vakti gelmiş tüketici kızlara “iyi kısmet bulacak” pazarlar kuramamışız..
Nisa kısmına “Aman Fener-Cimbom maçlarını kaçırmayın.. Gözünüzü dört açın..” dememiz bundandır..


***


Test edilip, Türk Standardları Enstitüsü’nden onay alınmıştır..
Bu memlekette erkeğin en dağıldığı ortamlar bu maçların oynandığı günlerde gözlenir..
Herhangi bir Fenerbahçe-Galatasaray maçı yaklaştığında erkek kısmı hafiften sapıtmaya başlar..
O maçı düşünerek yatıp kalkar.. O maçın kendine göre umduğu sonucundan “şehvetengiz hazlar” türeten akıl oyunlarına girer..

İLK BELİRTİLER..

İster Fenerli ister Cimbomlu olsun, maç havasına giren bir erkeğin önce paranoyaları yükselir..
Federasyonun, hakemlerin tuttukları takıma karşı bir komplo düzenlediğine inandıklarından “Ben söylemiştim..” demek için, maç saatini heyecanla beklerler..
Heyecan iştahı keser..
Sosyal hayata dönük isteksizliği artırır.. O günlerde evli erkeğe karısı ne derse desin “evet” cevabını alır..
Çünkü erkeğin muhakeme yeteneği maça kilitlendiğinden hiçbir şeyin önünü ardını göremez hale gelir..
“Kocacığım.. Ben bavulları hazırladım.. yandaki komşu ile kaçıyorum.. Hani beyaz Honda’sı olan..”
“Uyar..”
“Akşam annenler yemeğe gelecek.. Tarım ilacını çorbalarına koymayı unutma.. Bu gece bitirelim bu işi..”
“Hallederiz..”
“Kız evden kaçtı.. Pavyonda çalışacakmış..”
“Hayırlısı olsun..”
Böyle bir kocadan iyisi Şam’da kayısı.. Arasanız bulamazsınız..


***


Bekâr bir genç kızın böyle bir koca bulabilmesi için yapması gereken tek şey, televizyondan topluca maç seyreden erkekleri gözlemesidir..
Özellikle bekâr erkeklerden gözünü ayırmaması lazımdır..
Maçı sakin sakin seyreden biri varsa ondan koca olarak hayır gelmez.. Çünkü duygularını kontrol edebildiğinden içten pazarlıklıdır..
Düğünün haftası bitmeden kıza verilen takıları bozdurup, repo yapmaya kalkar..
Kıza da hayatı boyunca “tek taş yüzük” almaz..
ZIRVA BORSASI..
Adaylar içinde en çok bağırıp çağıran en makbûlüdür..
Hele şuursuz şuursuz konuşuyorsa ona koca olarak paha biçilmez..
Kısmet aranan genç kız mümkünse, maç seyredilirken yapılan konuşmaları teybe almalı.. Daha sonra defalarca dinlemeli..
Hangi koca adayının kafadan gayri müsellah olduğu böylece kabak gibi ortaya çıkar.. Yanılma payı azalır..
Son Fenerbahçe-Galatasaray maçı bunun için harika bir örnekti..
Kendi sektörünün en akil adamı olarak bilinen bir büyük yönetici, bir CEO ile birlikte maç seyrediyorduk..
Adamcağızın karısı telefonla aradı.. Olur ya! Kocasını özlemiş.. Gündüz vakti görmek istiyor..
O da yarım ağızla “Peki gel..” dedi..
Kadıncağız geldi..
Adamın şuuru maç saatine doğru yavaş yavaş gitmeye başladı.. Karısına “Sen çek git.. Evde otur..” demeye gelen laflar ediyor..
Neden mi?
Daha evvel denenmiş, test edilmiş.. Kadıncağız Fenerbahçe-Galatasaray maçı oynanırken televizyonun etrafında dolanmış..
O maçları da Fener kaybetmiş..


***


Yani kocanın elinde “bilimsel sonuçlar” var.. Çok sevdiği karısının maç saatlerinde takımına hayır getirmediğine inanıyor..
Ben böyle şeylere inanmam lakin adam haklı çıktı..
Karısı “Peki.. Peki..” gidiyorum dedi, kalkıp mantosunu giyene kadar Hakan Şükür ilk golü attı..
Adam “Bak erken gitmedin golü yedik..” diye cıyakladı..
Kadın ister istemez başkalarının yanında kendini savunmaya çalıştı.. “Benimle ne ilgisi var..” diye biraz oyalandı..
Kadın oyalanırken bu kez hakem Fener’den Lugano’yu oyundan attı..
Bu örneği herkese ders olsun diye anlattım..
Maç ortamından kocanın en sersemini seçmek “evlilikte huzuru korumak için” tek başına yeterli değildir..
Kocaya maçlarda sapıtma özgürlüğü de tanımalı ki işin sonu hayırla bitsin..

20 Kasım 2008

Ağzıma sıçan dersler #1 - Auto Lisp



Dersin içeriği; 'auto cad denen meşhur çizim programı içerisinde yazılım yaparak kolaylık(!) sağlayacak yeni programlar üretmek' gibi bir şeydi. Ancak öğrencileri felç ederdi. başka okulda okultulmuyor bu ders. sadece gazi üniversitesi öğrencilerini verem etmeye yarıyordu. Bu konuyla ilgili yazılmış bi kitap yoktu zaten. sağolsun hocamız Hüdayim Başak tez konusu olarak öğrencilere bunu vere vere sonunda bi kitap yapmış. kitabınıda kitapçılardan değil kendi odasından almamızı ısrarla tavsiye etmişti. sınıf listesi yapmış, kitap alanların adlarının yanına + koyuyordu. dedik kitabı alırsak geçeriz heralde. zaten kimsenin anladığı yok. aldık kitabı. tabii kaldık sene sonunda. derse gelip kitaptakilerinin aynını pavırpoirtten büyük teknolojiyle perdeye yansıtıp, sınıftan birine okutturuyordu.

"bu ne lan nasıl üniversite eğitimi?" diye düşünürken arkadaşın biri aydınlatmıştı "ne güzel program yazmış adam. ne işe yarıyor acaba" bu kadarı ağır gelmiş bi daha derse gitmemiştim zaten. satırlarca program yazıyorsun. sonunda sana bi kare çiziyordu. oysa aynısı otoket denen programda bir tuşa basılarak yapılabiliyordu. neymiş efem mantığını öğrenecekmişiz. sıçarım mantığına bu dersin dedim.. 2 kere aldım. 2. sefer kopya çekerek geçtim.

üstelik 2 dönem vardı bu ders. şimdi birini kaldırmışlar tek dönem olmuş. bizden sonraki mezunların beyinlerde oluşan hasar yarıya inmiş olacak. zaten bu hüdayim başak'ı size başka bi postta anlatmak isterim. çok acaip bi adamdır.

bunu anlatmadan edemicem. bigün bölümler arası turnuva oldu okulumuza melih gökçek tarafından yaptırılan çim sahada. bizim bölümün maçı diye izlemeye gittik. baktım teknik direktör bu. devre arası kulübeye yaklaştık oynayan arkadaşlar vardı. hoca toplamış takımı başına taktik veriyor heralde dedik. biraz daha yanaşınca verdiği taktik beni benden aldı "hadi çocuklar iyi oynayın"..


18 Kasım 2008

Tam Sağlıklıyım

Askeri hastanedeki doktor gözlerinden çıktığını düşündüğüm x-ray ışınlarıyla beni benden alıp. "ameliyat oldun mu" diye sorduktan sonra "tam sağlıklı" raporunu zart diye imzaladı. diğer ikisini hiç görmedim. 3 doktor tarafından muayene edildim ama ben 2 sini hiç görmedim. beni gören ise toplam 10 saniye kadar bana baktı.

tıp ülkemizde bu kadar ilerlemiş işte.. beni türk hekimlerine emanet ediniz. diye boşuna dememiş atam..

15 Kasım 2008

Memleketi ayağa kaldıran Sakal-I Şerif hakkında

Gazetelerde , TV lerde bir SAKAL davası sürüp gidiyor. 21. yüzyılda halâ Devletimizin Başbakanından Kültür Bakanına kadar ilk çağın insanları gibi totem peşinde koşuyoruz. Bunu önlemek için HZ . Muhammet “Yarap benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma” demiş. Bu hadis, Peygamberin ağzından çıktığını, bütün hadiscilerin kabul ettikleri 17 hadisten biridir. Bu sözü söyleyen Hz.Muhammet traş olurken kıllarını toplattırır mıydı? Dünyada yüzlerce sakal şerif, diye tanımlanan kıl var. Hepsi uydurma. Topkapı Sarayı Müzesindeki Kutsal Emanetler, diye saklanan bir çok eşya onun bunun saraya, bahşış almak için getirdikleri nesneler. Fatıma anamızın seccadesi denen seccade 17. asır halısı, Peygamberin teyemmüm taşı olarak saklanan bir Asur tableti. Buna göre daha bir çokları. Bunları bir kitap halinde toplayan ilk Müze Müdürü Tahsin Öz’ in 1953 yılında basılan kitabı, ne yazık ki, zamanın devleti tarafından hemen toplattırıldı.O günden bugüne ülkeyi ayni kafada olanlar idare etti. Uydurulmuş şeylere inanmak, doğruları araştırmaktan daha kolay geliyor insanımıza. Bu sakal olayı bana başka bir olayı hatırlattı. 1970- 78 yılları arsında eşim Kemal Çığ Topkapı Sarayı Müzesi müdürü idi. Daha önce de müdür yardımcısı, kitaplık şefi olarak 1944 yılından beri çalışıyordu Müzede. Müdürlüğü esnasında o zamanın Diyanet İşleri Başkanı Lütfü Doğan Kutsal Emanetleri ziyaret etmek için randevu istiyor. Kemal Çığ gazetecileri getirmemek koşulu ile halka kapalı olan bir günde randevuyu veriyor. Karalaştırılan günde büyük bir cemaat akın ediyor Kutsal Emanetler salonuna. Peygamberin hırkası olarak tanımlanan hırka çıkarılıyor. Gelenler büyük bir huşu içinde dualara, kuran okumalara başlıyorlar ve sonunda her ay bu ziyareti yapmaya karar veriyorlar. Salonda iş bitince eşim baştakileri odasına kahve içmek için davet ediyor. Tam kahveler bitmek üzere iken Kemal Çığ “hazır bütün din büyüklerimiz burada iken kafamı kurcalayan bir soruyu sormak istiyorum” diyor ve sorusunu soruyor: “benim bildiğime göre Hz. Muahammet’in ağzından çıktığında bütün muhaddislerin hemfikir olduğu 17 hadisten biri “ya Rab benim eşyalarımı tapınak vasıtası yapma” dır. Şimdi sizin hırkaya ve diğer eşyalara dualar yapmanız bu hadise karşı değil midir? Der. Hepsi birden yerlerinden fırlar bir şey söyleyemeden oradan ayrılırlar. Fakat her ay gelmeyi istedikleri halde bir daha uğramamaları, sorusunun yanıtı olmuştu.

Şimdi ben de bugünkü hocalarımıza soruyorum: Böyle bir hadisi biliyor musunuz? Biliyorsanız neden bir sakal kılı, bir hırka peşine düşenleri, onlara dua edip onlardan medet umanları uyar mıyorsunuz?

Muazzez İlmiye Çığ


18 Nisan 2008

13 Kasım 2008

Yemek yiyemen



fabrikada geçen gün olay oldu. yemeğe giden bi kız çığlık atmış. yemeğin içinden kötü bir şey çıkmış. soruyoruz kıza ne çıktı diye. "ay çok iyvreeeanç" dedi. harbi merak ettim ne çıktı diye. "ya fare mi çıktı ne söyle yemicez zaten" dedim. "iğrenç bi örümcek" varmış yemeğin içinde. "hay allahım bende bi şey sanmıştım ne var o hayvanda rızkını arıyormuş" dedim gülerek.

yemek şirketiyle kavga etti müdürler filan. şirket "gıda mühendisi yolluyoruz" desede bizim müdür "bence örümceği araştırmak için bilim adamı yollayın" dedi. ne kadar uzattılar mevzuyu adamlar geldi saatlerce görüşmeler filan. bi örümcek nelere kadirmiş.

2 gündür yeni bi şirket getiriyor yemekleri. 3 günlük deneme süresiymiş. ilk iki gün tabildotu elime aldığımda suratımı görür gibi oldum. çok temizdi. bakalım deneme sonunda ne olacak.


postu yazdım resimdeki dayı geldi aklıma; Hüseyin SAP

izmit te niye normal bi adam yok. haber burada

10 Kasım 2008

seferi oldum pilog

cuma akşamı ankara'ya diye çıktığım yolda c.tesi akşamı nazilli'deydim. pek güzel, pek şirin bi yer nazilli. "son zamanlarda bozuldu" diyo arkadaş ama yinede güzel lan. yeşil bi kere. ege bi kere. efe demeyin deliriyor bu egeliler :) kendilerinden geçiyorlar :p

hemen geçtim Hamdi abiyle tanıştım anadolu ekspresi vagon 2 deki herkes tanıdı zaten. bağıra bağıra konuşan 60 üstü bi amca-dede arası amcaya daha yakındı hamdi abi. öndekilerin ve arkadakilerin homurdanmalarına aldırış etmeyen, zaten duyamayan. bi selam verdikten sonra hayatını anlatmaya başlayan amca. coştu bi ara. "oğlum sen daha gençsin, bu dünyada; yiyicen, içicen, sigicen" deyicerdi. herkes duyuyor tabi vagonda. oahuaueuae diye gülsemde utanmıştım. bişeyde diyemiyordum coşmuştu artık. sigara içilmiyor ya trende. "git baksana içilcek yer var mı haber ver bana" dedi. ben yemekli vagona gidip biraz piiz yaptıktan sonra geldim uyudum. öndeki hanım teyzelerin "kafa sigtiniz bi susun" manasina gelen "sabah, göreve gidiyoruz ankara'ya" dedi. Hamdi abi bana döndü "ne diyo o?" dedi. ahuehuaueahuea uyudum lan kulaklıkları takıp.

dönüşte pamukkale turizm sağolsun heryerde durdu. osura osura uyumak istedim ama rahat edemedim. yanımda denizliden binen amcanin şivesi "yiyin gari" diye leys teyzesi gibiydi ama uykum olduğundan konuşamadım. sabah yatgımda 1 saat uyuyp kalkıp işe gittim. yoruldum be pilog
yoğurt almaya kim gidecek
tartışmalarına bıraktı yerini
lenin – marx ve saz arkadaşları
hayata döndük
farkettik ki
paramız yok

masa başı başarısızlıklar
anneme kızma anlarım
kahveye esir uykusuzluk
hepsi ne için
soru için- çok geç artık

bir küçük bakış arar oldum
insaflı bir tek bakış
dostluk mazide
aşk kalp yakış
ve ellerin
sadece düşümde artık

4 Kasım 2008

olmasa blogun, yazdıkların olmasaaa



ömrüm boyunca şu sarı servislere binmeden mezun oldum. şimdi öyle bir servis var iş yerinde. sabahları boş oluyor, akşamları; kasasında mülteci taşıyan kamyonlar gibi. herkes üstüste.

nedir bu servislerden çektiğim.. bi şahin çeksem altıma. püf..





sonunda seçtiler. niye seçim yaparlarsa. amerika siyaseti, politikası hiç değişmiyorki. kim olursa olsun başta. obama ilk açıklmalarında "ekinler dize kadar, tayyip gel bize kadar..." demiş.




302 mersedesleri çok severdim. eskiden en konforlusu bunlardı. böyle şehir içine dönüşünce bütün esprisini kaybetti gözümde. düşünsene travegoları belediye alıp şehir içi yapıyor. ne beklersin sonra. 302s çıkardılarsa bile. soğumuştum bi kere.

Açar Direnmenin Gülleri

hep yanlış bellendi
ekmek dendi
herşeyin başı

düşünülmedi ekmeğin ötesi
ekmeğin yanına zeytin
ekmeğin kıyısına peynir
ekmeğin üstüne yağ ve reçel
düşünülmedi
bilinmedi insanın değeri

emeğin beşe
emeğin üçe
emeğin hiçe
derken birden direnmenin gülleri

desek de kolay olmadı elbette
kolay olmadı varmak kıyısına
kan ile pekiştirmek
kitap ile güzellemek
birer kırmızı gül bırakmak tezgâhlara
kolay olmadı

direnmek güzel ve anlamlı
direnmek canımızın bedeli
ki biliyoruz gayrı
ekmek değil herşeyi başı
insanca yaşamak şu yeryüzünde
en güzeli.

insanca yaşamak kurallara bağlı
örneğin: çekiç mi tutar elin mala mı
bir makineye mi yol verirsin
bir araca mı hükmedersin

önce bileceksin
çekiç nasıl tutulur
nasıl sallanır mala
hangi anahtara dokunsan makine kudurur,
hangisine dokunsan uysallaşır elinin altında
bileceksin

ve bileceksin iş yasaları ne buyurur
nedir ne değildir sendika.
kaptırmayacaksın payını
üçkağıtçıya hayına.
halkı halkın adıyla nasıl vurdularsa
nasıl vurdularsa korkunun adıyla
gerektiğinde sen de vuracaksın
yasalarla vuracaksın
sendikanla vuracaksın
ki adın ünlene cumhuriyet’le yan yana
ki insan gibi yaşayasın şu ölümlü dünyada.

Ruşen Hakkı

3 Kasım 2008

Anlayaman





bana sürekli tokalardan, takılardan, makyaj malzemelerinden filan bahseden bi kız arkadaşım yok iyi ki. öyle bir mevzuya bulaşmış arkadaşım var. çocuk 4-4-2 diyor, kız balyaj yaptırsam nasıl olur? diyor. çocuk sokaklarda gezmeyi, parklarda dolaşmayı seviyor. kız, şaşalı (çok süper laf) restoranları, kafeleri terch ediyor.
çocuk çok seviyor, kız da..

aşk şıp sevdi sakızlarındaki gibimiymiş neymiş?

bu ne yaman çelişkiymuş anacum..

24 Ekim 2008

Sus söyleme


Güzel şeyler yaşamadı mı peki? Bilemiyordu.. hiçbir fikri yoktu. Birini sevmek güzel bir şey midir? Onun için acı çekmek, onun yüzünden acı çekmek, ona acı çektirmek.. Neden yapardı ki insanoğlu?
.....
Mesaj geldiğini belirten bu sesi duyduğunda bunları düşünüyordu kahramanımız. Ne olduğunu ve nasıl hissettiğini soruyordu gönderen. Zaten çoktan bitmiş adını koymamıştık diye ekliyordu. Ne cevap verilebilirdi ki? Ona bağırmak kızmak istiyordu ama kız haklıydı. Dayanamamıştı.. Kolay da değildi. En ufak bir kötü söz söyleyemiyordu kıza.. Şarkılar geliyordu aklına sürekli. Ayrılık şarkıları. Mesela şu orhan baba şarkısı çok güzeldi. Sözlerinin doğruluğunu anlamak güzel değildi.

Hayat çok acımasızdı. Aylarca onları görüştürmediği gibi akıllarından atmalarına izin vermiyordu. Yapacak iyi bir şey bulamadığından dışarı çıktı, bir sigara yaktı. Sonra bir tane daha. Bütün paketi içse azdı. Hava soğuktu ama üşümüyordu. Ruhunuz yaralıysa belkide tek avantajı fiziksel acıları hissetmemenizdir. acaba o da aynı şeyleri yaşıyor veya aynı şeyleri hissediyor mudur? yoksa bir komedi filmi izleyip kahkahalar atabiliyor mudur? eğer öyleyse acısı katlanacaktı. bencilce bir düşünceydi.. kızın yaptığı bencillikler düzeyinde olmasa dahi..

kızın bencillik edip etmediği konusunda kesin yargıları yoktu aslında. Kız depresyonda olabilirdi. hatta öyleydi. ama yeterli miydi bu davranış için? Aralarını soğutan başka etmenlerde olmalıydı. kız cevap vermiyordu bu sorulara -burası tam küfürlük- karşısına alıp konuşma imkanı da yoktu.

işe gitmesi lazımdı. fakat bunun için önce geceleri uyuyabilmesi ve sabah erken kalkabilmesi gerekliydi. Oysa yatmaktan ve uyumaktan kokuyordu. Kafasındakilerle yalnız kalmaktan.. Telefona davranıyordu sürekli. bir şeyler söylemek istiyordu. keşke söyleyecek bir şeyler bulabilseydi.. uğruna sayısız fedakarlık yaptığı, tüm hayallerine giren birine söyleyecek bir şey bulamıyordu..

o an ölmek çok cazip gelmişti..

23 Ekim 2008

gidiyor adam
haberin olsun
görmek istemez olan biteni
görmek istemez sürüngenleri
ellerine sevdalıydı
her biri oyun, o deli sözlerine
kalbini koydu bu kente
bi güzel şekil
iki damla gözyaşı
bi karton winstona
ağzının gülümsemesi
saçının yağıyla
bi delikanlı onuruyla, korkuyla
burnunda teninin kokusuyla
gidiyordu adam.

kadere küfür gibi yakılırdı sigaralar
üstü üstüne
külü düşürmemek içindir bütün özen
bi yalan müzik eşliğinde
gözlerimi yatırdım enginlere
haberin olsun

20 Ekim 2008

waiting...

waiting durumundayım. 6 yıl göçebe (öğrencilik) hayatından sonra yerleşik hayata (aile yanı) geçince zor geliyor insana. eski alışkanlıkların, zevklerin, sevdiklerin, sevmediklerin, önyargıların hepsi değişmiş oluyor. bu hafta sonu bunu çok net anladım. kendimi kısıtlıyorum gibi geliyor. ailede kimse sigara içmiyor diye evde sigara içilmesi yasak ama "azdım eş arıyorum" tarzı programlar izlemek serbest mesela.

"misafir geldiğinde dışarı çıkarsan misafire ayıp olur" diye bir kalıp var bizde. ya misafir bana mı geliyor diyorum. yok. ille bıdıbıdı.. tabi ben yine gidiyorum elbette ama niye öyle gideyim.

günün melodisi zülfü liveneli nin söylediği gün olur alır başımı giderim in melodisi olsun. daha güfte yapılmasın. sadece öyle dinlenilsin..

17 Ekim 2008

öğrenin bunları

sertifika değil serfitika.

ben bugün bunu gördüm ve bu kardeşi çok sevdim. benim için artık serfitikadır. eğitime filan gidersem üstünde sertifika yazdımı kabul etmeyeceğim.

16 Ekim 2008

Gönül derem taştı
hormon bastı akıl şehrimi
senin yüzünden sular altında kaldı düşlerim
bide utanmadan yukardan düştün cops diye!..
sıçrattın sularını aklıma narin narin yazdığım bütün öykülere
üşütmüşsün bide cır cır sıçmışsın en antik yerime
ısın diye ateşte yakmışsın kağıttan ormanıma
kurutmak için cetvelime asmışsın, tişörtünü, pantalonunu, donunu, çorabını
kim izin verdi bu kadarına
gönül derem taştı
fazla geldin sen bana
bin kilo musun nesin
taşırttın sinirimide sabrımıda hormonumuda!
ya git kardeşim
bu kadar aşık etme kendine


playlist şuan .. pilot speed - alright

15 Ekim 2008

Şakacılar

"Türk Dışişleri’nden bir heyet Irak’a gidecekmiş, Barzani’yle PKK sorununu görüşecekmiş, Kürt yönetimi, PKK’yı, terör örgütü olarak ilan edecekmiş!!!"


bi siktir git. amerika dan istihbarat alıyordunuz hani?!! Hani kuzey ırak BBG evi gibiydi?!! Bu adamları göz göre göre mi öldürtüyorsunuz madem!!

dostuz

11 Ekim 2008

Alkollü araç kullanmak faydalıdır


Hemen "Ne saçmalıyorsun sen?" diye çemkirmeyin.

Ehliyet sınavıyla Kocaelispor - Sakaryaspor maçı aynı tarihe denk gelmişti. maç saat 13:00 da. Sınav 15:00 maç sonrası çıkıp direk gidebilsem maç sonu trafiği olmasa ve sınavı stadın 45dakika uzağına değilde yakın bir yerlere yapsalar rahat yetişirdim.

Maça gitmesek olmazdı Sakarya maçı bilen bilir bizim buralarda bir boca - river , celtic - rangers , inter - milan falan filan maçları gibi olur. O yüzden kaçırmadımda. Maç öncesi piiz yapmadan hodri meydan'ın olduğu maratona giremediğiniz için yine alkollendik maçtan önce. 2-3 bira çakmıştım. Maç berabere bitmiş ve ben üzgün şekilde gittim sınava saat 4e doğru sınav yerine vardım. bizim kursun yarısı oradaydı sevindim ama herkes bana bakıyordu. Atkıyla, formayla sınava mı gelnirdi?

Neyse millet 1 saattir soğukta bekliyoruz diye dert yanıyordu,az ilerde bi çay ocağı buldum, oraya oturduk. Araba gelip gidiyor bir kişi çağırılıyor sırayla. Ben en sona kaldım tabi. 50 hız sınırı olan yolda 30la filan gidiyorum. Hoca; "biraz bassana evladım" dedi. ben; hız sınırı olduğunu ve bunlara dikkat etmemiz gerektiğini söyledim. Adam; "koyarım hız sınırına şöyle bi 4e tak görelim" dedi. O saatten sonra ben coşmuştum. 4e hatta 5e taktım ibre 100e yaklaştı adam "yeter" desede ben 5e takmıştım ve kaptırdım..

sınavdan geçeceğimi düşünmemiştim aslında. ama 75 almıştım. her vites değiştirişimde öyle bir sallanıyorduki araba. şanzımanın ağzına sıçsamda ehliyeti güzelken almıştım.. Alkolün etkisi yadsınamaz..

kamon beybi



Başrol oyuncusunu çıkarıp filme nasıl devam ettiğimi izleyebilirsin.. ama sendeki orjinal cd çizilmişti işte.. eskisi gibi olmuyordu..

9 Ekim 2008

Çok Güldüm


dün arkadaşların dükkanına gittim bunun yanına. pasaj içinde dükkan. birden içeri bir amca girdi, arkadaşı tanıdığı belli "yabancılar var dükkanda gel konuş şunlarla" dedi arkadaşa. beraber gittik (yabancı olunca merak ettim).
gittik dükkanda gelinlik filan satılıyor, adamlar iranlı mı suriyeli mi orasını seçemedim. 1 adam 1 kadın 1de çocuktan oluşuyordu yabancı grup. arkadaş daha giderken yolunu yapmaya başlamıştı "abi ben dediklerini anlarımda cevap vermede problem olur bidibidi.."

neyse turistler gelinlik beğendiler fiyatını sordular, arkadaşta gelinlikçiye ne kadar bu dedi. adam; "dört bin yetele" dedikten sonra arkadaş döndü ve aynen;

"dört bin new türkiş liras"

ben yarıldım :) turist arkadaşlarda afalladı bi iki şey daha dedikten sonra çıktılar. ben dükkan sahibi amcaya "abi fiyatı pahalı buldular heralde" dedim. onlar hala neye güldüğümü anlamamışlardı...

çok güldüm be blog

7 Ekim 2008

oynaaa



ablalar amerikalı, biri iskoç asıllıymış.. aslına filan bakmaya gerek yok aslında.. aslında geçen cümle kullanmayacağım bundan sonra. sadece izleyin. süper oynuyorlar..

Ama...

En çok fatih terim'e uyuz olurdum bu mevzuda. konuşur konuşur biz şöyleyiz böyleyiz diye alttan alır alır, cümlenin sonuna bir ama getirir hemen karşıt görüşünü sunar. Ne pis bi laf oldu, soğuttular bu laftan..

bugün ofiste bi bayan arkadaş ki ofis arkadaşı. genç bir kıza 15 kişinin tecavüz ettiği haberini anlattı bize. herkes "vah vah" moduna girdi. üzüldük tabi "memleketin çivisi çıktı" kıvamına geldim. kız devam etti..

"ama kızda gecenin bi yarısı sokaktaymış, zaten sağlam ayakkabı değilmiş..."


oha ya.. çüş artık be! bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür hacım..

Rambo bizi discoya götür



Bugün arkadaşlarla spor yapmaya başladık. Kafamı sikiyorlardı bi aydır "gidelim yazılalım oğlum bi badi salonuna" diye. tamam lan dedim.. sonunda karar vermiştik gidicektik. Madem badi salonuna gidiceksin, niye bi salonları gezmezsin dimi sayın okuyucular.. Şimdi öyle düşünüyorum. Gittik güzide denilen bir mekana. Sırtımıza çantalar kırk yıllık sporcu gibi daldık mekana. İçeri girerken burnumun direği kırıldı desem inanır mısınız? ben o kokuyu hissettikten sonra kırılmadığına şaşırıyorum..

Girdik neyse elimize bi program verdiler bu programa göre çalışacaksını dediler. Aldım baktım acaip alengirli şeyler yazıyor kağıtta. Bi genç bize yardımcı oluyor aletleri tanıtıyor. öyle olmasa kendimi filan sakatlardım, alet ne işe yarıyor derken..

Kağıtta normal programa göre bir harekti 2 sefer 25 kere yapın yazıyor çocuk bize ilk gün vede akşam 10a doğru gittiğimiz için "10 kere yapın yeter abi bugün ilk güz zaten" diyor. Etrafı kesiyorum bizden başka herkes Naim süleymanoğlu'nun kaldırdığı şeylerden kaldırıyor sanki. Adamların içine gaz basıp şişirmişler sanki. çocuk bize 2.5 kiloluk dambıl veriyor :) orada ben fena oldum. çocugun dediği hareketlerden 20-30 yaptım listede olmayan aletlerle çalışmaya başladım bi süre sonra.. yarım saati geçtiğinde "ne yapıyorum lan ben?" diye sorgulamaya başladım. bir an önce duş alıp çıkacaktım. Duşların olduğu yere giderken bir tabela vardı "duş süresi 3 dakikadır" diye. "demek sabahtan akşama kadar çıkmayanlar var adam bezdiğinden böyle yazmış" diye düşündüm. içeriye bi girdim hapishane banyoları gibi. şimdi kaç kere hapishane banyosu gördün derseniz holivud filmlerindekiler bile bunun yanında dubai oteli gibiydi. suyu açtım ısınmıyor havuluyu koyacak yer bulamadım. isyanlardayım..

şuan klavyeyi bile zor kullanıyorum.. rambomuyum lan ben.. ne diye gaza geliyorsun eşşolusu

4 Ekim 2008

hoşçakalın

askere giden çocuğun annesine mektubu;

sevgili anneciğim,

burada mektup yazabilmek öyle zor ki, ancak şimdi yazabiliyorum. buraya geleli tam 72 gün oldu. oralar nasıl, sen iyi misin diyorsun. buralar iyi anne. her yan çiçek, çiçekler güzel. altlarındaki mayınları saymazsan. çocuklar gül yüzlü, çocuklar güzel, çocukluklarını hiç yaşayamadıklarını saymazsan. insanlar güzel, açlıklarını ve öfkelerini saymazsan. bana gelince; ben çok iyiyim. göğsümdeki yarayı saymazsan. üzülme anne, üzülme ! belki başka bir zaman, belki kavgasız bir dünyada, belki başka bir hayatta, senin yüzünde gülen bir çocuk olabilirim yine. yaralı bir annenin yüzüyle gülmeyi bilenler, becerirler savaşsız yaşamayıda. anaların yaktıkları ağıt bazen türkçe, bazen kürtçe ve her savaşta analar ölüyor aslında. hoşçakal anne, hoşçakal.

oğlun...


Otogargara oyununun son sahnesi...

3 Ekim 2008

Günaydın abi


Gerçek adını söylemeye gerek yok, Çünkü artık o Günaydın abi. Bizim işyerinde çalışan biri kendisi. Ofis içerisinde ne zaman bizim odaya gelse-geçse "Günaydın" der. Bizim oda 3 kişi sayıca üstün ama yaş olarak saygımız var kendisine. Her girdiğinde bizde "günadyın abi" diyoruz. madem böyle oluyor adına niye Günaydın abi demiyoruz? fikri arkadaşlarında hoşuna gitti.

Bu ofis içi mevzular çok komik oluyor. Her geçen bir selam vermek zorundaymışçasına selam verme telaşına giriyor. hele her seferinde farklı selamlamaya çalışmaları, farklı bir şekil bulmaya uğraşmaları en komiği.

Ertelenen



Neden ertelerki insan "çok istiyorum" dediği şeyleri. Bak erteledim.. basketbol federasyonunun beni antrenörlük semineri için kabul etmesi üzerinden 1 yıl geçti.. "seneye giderim" demiştim kendime. Mecburiyetten dediğin neydi?! Bu mecburiyeti daha çokta sevmiyordum ama yinede alıkoydu.. Kendime sövüyorum şimdi, bu seferde zamanımı öyle geçiriyorum..

2 Ekim 2008

böyle



Karşıdan bir araba geliyor

Ne var yani içinde sen olsan?

Son hızla çarpsan yüreğime

Samimiyet piliiz

son zamanlarda bir şey çok dikkatimi çekmeye başladı; biz 1980 ve sonrasında dünyaya gelmiş nesli ticari açıdan taciz eden bir pazarlama stratejisi baş gösterdi. Öyle ki, çocukken sevdiğimiz-sevmediğimiz hemen herşey bir şekilde gün yüzüne çıkarılıp reklamlara, tv programlarına, yazılı basına ve internet ortamına, yani bir şekilde önümüze koyuluyor. Hayır güzel kardeşim, abim, ablam... O dönemler sizin anlattığınız kadar cıvık, yılışık değildi. Nostaljiyi övme amacında değilim, haddim değil zaten, hele ki bizden öncekilerin yaşadıklarını görüp duyduktan sonra, kendi yaşantımızı ballandıra ballandıra anlatmanın bir anlamı da yok. Tamam, kabul ediyorum; biraz şımarık da yetiştirilmiş olabiliriz. Ama ortaya konanlara bakarak konuşacak olursam; biz o kadar saygısız, aptal veya değer bilmez insanlar değildik. Teknolojik olarak değişimin en sert yaşandığı dönemde çocuktuk, elbet bu değişimin psikolojik gelişimimizdeki etkisi büyük olacaktı, oldu da. Bugün herşey bir-iki günde biçim kazanıyor ve bu yüzden mânen tesiri de kalıcı olmuyor.

Siyah önlüğü son giyen, derste sıkılınca cebindeki 500 lirayı harita metodun tek kalan yaprağının altına sıkıştırıp kurşun kalemle paranın eskizini çıkaran, bilgisayar denen nane ortaya çıkmadan önce, oyun bulamadığı zaman yol kenarına oturup Tofaş marka arabalarla Renault marka arabaları sayıp hangisinin daha fazla olacağı hakkında tahmin yaparken dahi eğlenebilen bir neslin üzerinden maddi çıkar sağlamak istiyorsanız, biraz daha samimi olun.

1 Ekim 2008

Bu arkadaş kim?


-ee ben kandıralı cevdet'in oğluyum.

ve sonrasında "aaa hadi ya biz niye hiç görmedik seni?" veya "bizim mahallenin çocuğusun biz niye tanımıyoruz?" gibi diyaloglar oldu bayramın ilk günü. Arkadaşlarla mahalleliyi dolaştık ama şeker toplamak değildi bu sefer amaç :) eskiden şeker- çikolata için dolaşılırdı bu sefer büyümüş şık giyinmiş el öpmeye gitmiştik. Ben 6 sene okulla uğraşırken mahallede epey değişmiş, bizde epey değişmiştik. İnsanlar zor tanır olmuştu. Herkes, "Kandıralının oğlu, Gökmen" dediğimde "Aaaa" diye tepki verdi.

Sen neredeydin?

Ne oldun?

Ne iş yapıyorsun?

gibi soruları duydum durdum. Ama en güzeli Afyonlu bir ağabeyimizin yaptığı kaymaklı ekmek kadayıfıydı.. Ne yedim be.. ağzınızın suyu aktımı blog :)

27 Eylül 2008

deveyi diken, insanı ...

uygun kafiye getirin aklınıza. zira bu o kadar doğru bir laftır. Ramazan ayı olmasıyla insanların dini duyguları coşuyor. bunu bilenler hemen bu lafa kafiye uydurur gibi işini yoluna koyuyor.

Geçen gün bizim mahallede kahve sahibi Enver(Ağabey) Holding ile oturduk konuşuyoruz. Ramazan ayına kahveye hergün 3-5 dilenci 2-3 kuran kursu yardımı için para toplayan adam geliyordu. Bu hep böyle oluyor. Bende bildiğimden sordum Enver ağabeye. "Ne iş bunlar?" diye. Hemen sinirlendi, o kadar güzel yeni yeni duyduğum küfürler ederek lafı anlattı.

"bu mnısktiklerimin bi ramazanda mı aç kalıyor? Madem ihtiyacınız var öbür aylardada gelsenize! İhtiyacı varsa bende para vereyim kahvede de toplayayım. :Ancak bu götler bi tek ramazanda aç kalıyorlar sanki!

Bide o kuran kursu için para toplayan ibneler var! ulan şerefsiz, camide hoca 'oraya gitmeyin orada kumar oynanıyor haram' diyor. Ama kuram kursuna para toplarken hiç haram değil?! Lan götveren madem sen kuran kursu yaptırcan bizde gavur değiliz ya. Ama sen önce haram de sonra para isterken gel. Sokmadım hiç birini kahveye. Siktirin lan! dedim."

Ellerinden öperim ağabey dedim. yaşasın bilinçli kahveciler.!!!

25 Eylül 2008

izmitliye dikkat


Üniversiteden mezun olduğu ve Çıkış işlemlerinde çektiğim eziyeti daha önce anlatmıştım. az önce aklıma bir detay geldi.

Bizim bölümün 60 günlük zorunlu stajı var. ben her yaz günlerimi yaz okulunda geçirdiğimden pek imkanım olmadı. 20 gün yapabildim. bir yaz okulu sonrası kordsa'da. geri kalan 40 günü tek ders için bir sene boyunca boş boş beklerken yaparım diye düşünmüştüm. geri kalan 40 gün için Hyundai fabrikası tarafından stajer olarak kabul edildim. Gereli evrakları okula götürdüm, bölüm başkanımıza uzattım, "ben staj yapıcam evralarım burada" dedim. baktı baktı "hıı demek hunday, ama bunların zamanı bitti" dedi. ben inatla bir sene boyunca okula gelmediğimi tek dersim olduğunu ve onuda dönem içinde alamadığımı söylesemde adamın salladığı yoktu. tipik memur anlayışıyla "yassah hemşerim" triplerindeydi. kocaeli'den ankara'ya sırf bu iş için gitmiştim ve halolmuyordu. bende "sizinde.. stajınızında.. zamanınında..." diyerek döndüm izmit'e. yaklaşık 4:30 saat süren yol boyunca küfür ettim.. tek dersten geçsem bile okulum staj yüzünden yine uzayacaktı.


tek dersten geçip mutluluk şaşkınlığını üzerinden atar atmaz aklıma staj mevzuu gelmişti. bizim okulda böyle şeyler pek sallanmaz dedim.giderken 2 kişiyi gördüm bizim sınıftan onlarıda aldım yanıma çıkışımı almak için a4 kağıdıdaki 10larca imzadan biri staj komisyonu başkanınındı. gittim odasına bidibidi anlattım olayı. "stajınızı tamamladınız mı?" dedi "tabiki" dedik kendimizden emin. "nerden bileyim ben, nasıl inanayım size" demesin mi? desin desin.. dedi zaten o sırada odada beni tanıyan okuldan başka bir hoca vardı. ona sordu "hocam bunlar staj yapmışmıdır ne diyorsun" dedi. "2 sini bilmem ama ortadaki izmitli olan biraz sakat adam" diyerek o an gözüme erol taş gibi gelen pis bir kahkaha attı. "hassiktir lan" dedim içimden. ama bu gülüş hiçte öyle kötü birşeylere işaret etmiyordu. staj bakanı olan hoca dosyadan 3ümüzün adlarını arıyor. diğerlerini buldu. benim adıma bir türlü ulaşamadık. (6-7 sene okulda kalınca ne zaman staj yaptığını unutuyor insan) neyse sonunda sacede isimler yazan bir dosyada adımı bulduk.
"ee peki sen kaç gün staj yaptın?"

"60 hocam hatta hala çalışıyorum aynı yerde, tek ders sayesinde hiç okula gelmediğimden..." demiştim ve imzayı çaktırmıştım ve götüm başım oynamıştı..

24 Eylül 2008

biz büyüdük ve kirlendi dünya


"biz büyüdük ve kirlendi dünya" mı? yoksa kirlenen bi şeyi anlamak için büyümek mi gerekiyordu? eskiden en büyük problemim havuz problemiyken ne zaman düşünmeye başladım bu euro üzerinde.
bu sıralar okulu bitirip bir türlü avukat olamayan arkadaşım Gökay'a sürekli soru yöneltiyorum. O ise bıkmadan cevap veriyor. Çok kıskandım bu tavrını. Ben şimdiye kadar çoktan "bi siktir git" derdim. Aldığım cevaplar karşısında vardığım kanı; tek gerçek aldatıldığımızdır. Eskiden "boş ol" dedin mi işin içinden sıyrılabiliyorlarmış. Eşler birbirini aldattığında, kanun durumu çözerken; kanun bizi aldattığında kimden yardım isteyeceğiz? adalet gereklilikten çıkıp bir lütuf olmaya başladığı için mi kızmalı yoksa "örnek insan" olmayı tanımlayan gazetelere mi küsmeli oda olmadı televizyona mı küfür sallamalı en katmerlisinden.

biz ne şirin çocuklardık. özeldik sanki. ancak zamanla kan yerine kin dolmaya başladı damarlarımızda.

"derin sessiz bir karanlık..."

En son hangi türkümüzü heba etmiştik alman türk kırması rep gruplarına? En son hangi sinemacımız veya tiyatrocumuz gözlerini kapamıştı bir parkta? En son hangi siyasetçi gözleri dolarak demişti "gittiler ama gelecekler, diyemiyorum". En son hangi onurumuzu satmıştık ve en son hangi hayalimizi satmıştık? Toplu bir aldatılmadır bu. Kocasına senelerce emek vermiş bir kadının hüznüdür bu toplu aldatmanın karşısındaki.

inanmalı bir yeniden doğuşa

resim 10 yaşındaki yeğenim buse'nin paint çalışmasıdır

23 Eylül 2008

enrique iglesias - somebody's me




you, do you remember me?
like i remember you?
do you spend your life, going back in your mind to that time?
cause i, i walk the streets alone,
i hate being on my own, and everyone can see that
i really fell and i'm going through hell.
thinking about you with somebody else.

somebody wants you,
somebody needs you.
somebody dreams about you every single night.
somebody cant breathe, without you it's lonely.
somebody hopes that one day you will see, that somebody's me.
that somebody's me...

how, how did we go wrong?
it was so good, and now it's gone
and i pray at night, that our path's soon will cross.
what we had, isn't lost.
cause you are always right here in my thoughts..

somebody wants you,
somebody needs you.

somebody dreams about you every single night.
somebody can't breathe, without you it's lonely.
somebody hopes that someday you will see
that somebody's me...

you will always be in my life, even if im not in your life.
cause you're in my memory...

you, when you remember me?...
and before you set me free, oh listen please...

somebody wants you,
somebody needs you.
somebody dreams about you every single night.
somebody cant breathe, without you it's lonely.
somebody hopes that someday you will see, that somebody's me.
that somebody's me.
somebody's me...
that somebody's me...
that somebody's me...


20 Eylül 2008

avrupa avrupa duy sesimizi


Bu topraklar tarih boyunca savaşlara sahne olmuş. Herkes birbirini yemiş bu topraklar için. Hatta dünyayı değiştirecek planlar,olaylar hep bu topraklarda yapılır kimilerine göre. Ben bir filmde Türkiye ismini duyduğumda içim pırpır eder. Uluslarası büyük bir vukuattır bu.

Birileri bizim topraklar için kendini paralıyordu. Hala öyle olduğu söyleniyor. Ta moğollardan beri değişmemiş bizi bizden alma fikri. Bizi bizden başka kimse alamaz merak etmeyelim. İsterlerse 100lerce sosyolog görevlendirsinler. Bizim hakkımızda hiçbir net fikir sahibi olamazlar. Hiçbir plan yapamazlar. Hiçbir sosyologun bizi çözme becerisine sahip olduğuna inanmıyorum. Hayal gücü yetmez. Sevgisi, Nefreti, beğenileri, istekleri değişken bir acaip toplumuz. Uğruna ne canlar verilen toprakları elimizden, tereyağından kıl çeker gibi alırlar. Haberimiz bile olmaz, sesimiz bile çıkmaz. Ama mesela kolaya zam gelir, tek yürek olur boykot ederiz.

Peki hepsi iyi güzelde. Niye kıl bu avrupalılar bize? Zamanında Hazar denizinin altından gittik diye mi?
Kızılderililer aslında Türk diye bir geyik varya. Belli aralıklarla Gazetelerde çıkıyor. Belki bundandır. Nasıl kızılderililerin anavatanlarını ellerinden alıp oraya Amerika dediler. Bu tarih yine tekerrür ediyor olmasın..