24 Ekim 2008

Sus söyleme


Güzel şeyler yaşamadı mı peki? Bilemiyordu.. hiçbir fikri yoktu. Birini sevmek güzel bir şey midir? Onun için acı çekmek, onun yüzünden acı çekmek, ona acı çektirmek.. Neden yapardı ki insanoğlu?
.....
Mesaj geldiğini belirten bu sesi duyduğunda bunları düşünüyordu kahramanımız. Ne olduğunu ve nasıl hissettiğini soruyordu gönderen. Zaten çoktan bitmiş adını koymamıştık diye ekliyordu. Ne cevap verilebilirdi ki? Ona bağırmak kızmak istiyordu ama kız haklıydı. Dayanamamıştı.. Kolay da değildi. En ufak bir kötü söz söyleyemiyordu kıza.. Şarkılar geliyordu aklına sürekli. Ayrılık şarkıları. Mesela şu orhan baba şarkısı çok güzeldi. Sözlerinin doğruluğunu anlamak güzel değildi.

Hayat çok acımasızdı. Aylarca onları görüştürmediği gibi akıllarından atmalarına izin vermiyordu. Yapacak iyi bir şey bulamadığından dışarı çıktı, bir sigara yaktı. Sonra bir tane daha. Bütün paketi içse azdı. Hava soğuktu ama üşümüyordu. Ruhunuz yaralıysa belkide tek avantajı fiziksel acıları hissetmemenizdir. acaba o da aynı şeyleri yaşıyor veya aynı şeyleri hissediyor mudur? yoksa bir komedi filmi izleyip kahkahalar atabiliyor mudur? eğer öyleyse acısı katlanacaktı. bencilce bir düşünceydi.. kızın yaptığı bencillikler düzeyinde olmasa dahi..

kızın bencillik edip etmediği konusunda kesin yargıları yoktu aslında. Kız depresyonda olabilirdi. hatta öyleydi. ama yeterli miydi bu davranış için? Aralarını soğutan başka etmenlerde olmalıydı. kız cevap vermiyordu bu sorulara -burası tam küfürlük- karşısına alıp konuşma imkanı da yoktu.

işe gitmesi lazımdı. fakat bunun için önce geceleri uyuyabilmesi ve sabah erken kalkabilmesi gerekliydi. Oysa yatmaktan ve uyumaktan kokuyordu. Kafasındakilerle yalnız kalmaktan.. Telefona davranıyordu sürekli. bir şeyler söylemek istiyordu. keşke söyleyecek bir şeyler bulabilseydi.. uğruna sayısız fedakarlık yaptığı, tüm hayallerine giren birine söyleyecek bir şey bulamıyordu..

o an ölmek çok cazip gelmişti..

23 Ekim 2008

gidiyor adam
haberin olsun
görmek istemez olan biteni
görmek istemez sürüngenleri
ellerine sevdalıydı
her biri oyun, o deli sözlerine
kalbini koydu bu kente
bi güzel şekil
iki damla gözyaşı
bi karton winstona
ağzının gülümsemesi
saçının yağıyla
bi delikanlı onuruyla, korkuyla
burnunda teninin kokusuyla
gidiyordu adam.

kadere küfür gibi yakılırdı sigaralar
üstü üstüne
külü düşürmemek içindir bütün özen
bi yalan müzik eşliğinde
gözlerimi yatırdım enginlere
haberin olsun

20 Ekim 2008

waiting...

waiting durumundayım. 6 yıl göçebe (öğrencilik) hayatından sonra yerleşik hayata (aile yanı) geçince zor geliyor insana. eski alışkanlıkların, zevklerin, sevdiklerin, sevmediklerin, önyargıların hepsi değişmiş oluyor. bu hafta sonu bunu çok net anladım. kendimi kısıtlıyorum gibi geliyor. ailede kimse sigara içmiyor diye evde sigara içilmesi yasak ama "azdım eş arıyorum" tarzı programlar izlemek serbest mesela.

"misafir geldiğinde dışarı çıkarsan misafire ayıp olur" diye bir kalıp var bizde. ya misafir bana mı geliyor diyorum. yok. ille bıdıbıdı.. tabi ben yine gidiyorum elbette ama niye öyle gideyim.

günün melodisi zülfü liveneli nin söylediği gün olur alır başımı giderim in melodisi olsun. daha güfte yapılmasın. sadece öyle dinlenilsin..

17 Ekim 2008

öğrenin bunları

sertifika değil serfitika.

ben bugün bunu gördüm ve bu kardeşi çok sevdim. benim için artık serfitikadır. eğitime filan gidersem üstünde sertifika yazdımı kabul etmeyeceğim.

16 Ekim 2008

Gönül derem taştı
hormon bastı akıl şehrimi
senin yüzünden sular altında kaldı düşlerim
bide utanmadan yukardan düştün cops diye!..
sıçrattın sularını aklıma narin narin yazdığım bütün öykülere
üşütmüşsün bide cır cır sıçmışsın en antik yerime
ısın diye ateşte yakmışsın kağıttan ormanıma
kurutmak için cetvelime asmışsın, tişörtünü, pantalonunu, donunu, çorabını
kim izin verdi bu kadarına
gönül derem taştı
fazla geldin sen bana
bin kilo musun nesin
taşırttın sinirimide sabrımıda hormonumuda!
ya git kardeşim
bu kadar aşık etme kendine


playlist şuan .. pilot speed - alright

15 Ekim 2008

Şakacılar

"Türk Dışişleri’nden bir heyet Irak’a gidecekmiş, Barzani’yle PKK sorununu görüşecekmiş, Kürt yönetimi, PKK’yı, terör örgütü olarak ilan edecekmiş!!!"


bi siktir git. amerika dan istihbarat alıyordunuz hani?!! Hani kuzey ırak BBG evi gibiydi?!! Bu adamları göz göre göre mi öldürtüyorsunuz madem!!

dostuz

11 Ekim 2008

Alkollü araç kullanmak faydalıdır


Hemen "Ne saçmalıyorsun sen?" diye çemkirmeyin.

Ehliyet sınavıyla Kocaelispor - Sakaryaspor maçı aynı tarihe denk gelmişti. maç saat 13:00 da. Sınav 15:00 maç sonrası çıkıp direk gidebilsem maç sonu trafiği olmasa ve sınavı stadın 45dakika uzağına değilde yakın bir yerlere yapsalar rahat yetişirdim.

Maça gitmesek olmazdı Sakarya maçı bilen bilir bizim buralarda bir boca - river , celtic - rangers , inter - milan falan filan maçları gibi olur. O yüzden kaçırmadımda. Maç öncesi piiz yapmadan hodri meydan'ın olduğu maratona giremediğiniz için yine alkollendik maçtan önce. 2-3 bira çakmıştım. Maç berabere bitmiş ve ben üzgün şekilde gittim sınava saat 4e doğru sınav yerine vardım. bizim kursun yarısı oradaydı sevindim ama herkes bana bakıyordu. Atkıyla, formayla sınava mı gelnirdi?

Neyse millet 1 saattir soğukta bekliyoruz diye dert yanıyordu,az ilerde bi çay ocağı buldum, oraya oturduk. Araba gelip gidiyor bir kişi çağırılıyor sırayla. Ben en sona kaldım tabi. 50 hız sınırı olan yolda 30la filan gidiyorum. Hoca; "biraz bassana evladım" dedi. ben; hız sınırı olduğunu ve bunlara dikkat etmemiz gerektiğini söyledim. Adam; "koyarım hız sınırına şöyle bi 4e tak görelim" dedi. O saatten sonra ben coşmuştum. 4e hatta 5e taktım ibre 100e yaklaştı adam "yeter" desede ben 5e takmıştım ve kaptırdım..

sınavdan geçeceğimi düşünmemiştim aslında. ama 75 almıştım. her vites değiştirişimde öyle bir sallanıyorduki araba. şanzımanın ağzına sıçsamda ehliyeti güzelken almıştım.. Alkolün etkisi yadsınamaz..

kamon beybi



Başrol oyuncusunu çıkarıp filme nasıl devam ettiğimi izleyebilirsin.. ama sendeki orjinal cd çizilmişti işte.. eskisi gibi olmuyordu..

9 Ekim 2008

Çok Güldüm


dün arkadaşların dükkanına gittim bunun yanına. pasaj içinde dükkan. birden içeri bir amca girdi, arkadaşı tanıdığı belli "yabancılar var dükkanda gel konuş şunlarla" dedi arkadaşa. beraber gittik (yabancı olunca merak ettim).
gittik dükkanda gelinlik filan satılıyor, adamlar iranlı mı suriyeli mi orasını seçemedim. 1 adam 1 kadın 1de çocuktan oluşuyordu yabancı grup. arkadaş daha giderken yolunu yapmaya başlamıştı "abi ben dediklerini anlarımda cevap vermede problem olur bidibidi.."

neyse turistler gelinlik beğendiler fiyatını sordular, arkadaşta gelinlikçiye ne kadar bu dedi. adam; "dört bin yetele" dedikten sonra arkadaş döndü ve aynen;

"dört bin new türkiş liras"

ben yarıldım :) turist arkadaşlarda afalladı bi iki şey daha dedikten sonra çıktılar. ben dükkan sahibi amcaya "abi fiyatı pahalı buldular heralde" dedim. onlar hala neye güldüğümü anlamamışlardı...

çok güldüm be blog

7 Ekim 2008

oynaaa



ablalar amerikalı, biri iskoç asıllıymış.. aslına filan bakmaya gerek yok aslında.. aslında geçen cümle kullanmayacağım bundan sonra. sadece izleyin. süper oynuyorlar..

Ama...

En çok fatih terim'e uyuz olurdum bu mevzuda. konuşur konuşur biz şöyleyiz böyleyiz diye alttan alır alır, cümlenin sonuna bir ama getirir hemen karşıt görüşünü sunar. Ne pis bi laf oldu, soğuttular bu laftan..

bugün ofiste bi bayan arkadaş ki ofis arkadaşı. genç bir kıza 15 kişinin tecavüz ettiği haberini anlattı bize. herkes "vah vah" moduna girdi. üzüldük tabi "memleketin çivisi çıktı" kıvamına geldim. kız devam etti..

"ama kızda gecenin bi yarısı sokaktaymış, zaten sağlam ayakkabı değilmiş..."


oha ya.. çüş artık be! bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür hacım..

Rambo bizi discoya götür



Bugün arkadaşlarla spor yapmaya başladık. Kafamı sikiyorlardı bi aydır "gidelim yazılalım oğlum bi badi salonuna" diye. tamam lan dedim.. sonunda karar vermiştik gidicektik. Madem badi salonuna gidiceksin, niye bi salonları gezmezsin dimi sayın okuyucular.. Şimdi öyle düşünüyorum. Gittik güzide denilen bir mekana. Sırtımıza çantalar kırk yıllık sporcu gibi daldık mekana. İçeri girerken burnumun direği kırıldı desem inanır mısınız? ben o kokuyu hissettikten sonra kırılmadığına şaşırıyorum..

Girdik neyse elimize bi program verdiler bu programa göre çalışacaksını dediler. Aldım baktım acaip alengirli şeyler yazıyor kağıtta. Bi genç bize yardımcı oluyor aletleri tanıtıyor. öyle olmasa kendimi filan sakatlardım, alet ne işe yarıyor derken..

Kağıtta normal programa göre bir harekti 2 sefer 25 kere yapın yazıyor çocuk bize ilk gün vede akşam 10a doğru gittiğimiz için "10 kere yapın yeter abi bugün ilk güz zaten" diyor. Etrafı kesiyorum bizden başka herkes Naim süleymanoğlu'nun kaldırdığı şeylerden kaldırıyor sanki. Adamların içine gaz basıp şişirmişler sanki. çocuk bize 2.5 kiloluk dambıl veriyor :) orada ben fena oldum. çocugun dediği hareketlerden 20-30 yaptım listede olmayan aletlerle çalışmaya başladım bi süre sonra.. yarım saati geçtiğinde "ne yapıyorum lan ben?" diye sorgulamaya başladım. bir an önce duş alıp çıkacaktım. Duşların olduğu yere giderken bir tabela vardı "duş süresi 3 dakikadır" diye. "demek sabahtan akşama kadar çıkmayanlar var adam bezdiğinden böyle yazmış" diye düşündüm. içeriye bi girdim hapishane banyoları gibi. şimdi kaç kere hapishane banyosu gördün derseniz holivud filmlerindekiler bile bunun yanında dubai oteli gibiydi. suyu açtım ısınmıyor havuluyu koyacak yer bulamadım. isyanlardayım..

şuan klavyeyi bile zor kullanıyorum.. rambomuyum lan ben.. ne diye gaza geliyorsun eşşolusu

4 Ekim 2008

hoşçakalın

askere giden çocuğun annesine mektubu;

sevgili anneciğim,

burada mektup yazabilmek öyle zor ki, ancak şimdi yazabiliyorum. buraya geleli tam 72 gün oldu. oralar nasıl, sen iyi misin diyorsun. buralar iyi anne. her yan çiçek, çiçekler güzel. altlarındaki mayınları saymazsan. çocuklar gül yüzlü, çocuklar güzel, çocukluklarını hiç yaşayamadıklarını saymazsan. insanlar güzel, açlıklarını ve öfkelerini saymazsan. bana gelince; ben çok iyiyim. göğsümdeki yarayı saymazsan. üzülme anne, üzülme ! belki başka bir zaman, belki kavgasız bir dünyada, belki başka bir hayatta, senin yüzünde gülen bir çocuk olabilirim yine. yaralı bir annenin yüzüyle gülmeyi bilenler, becerirler savaşsız yaşamayıda. anaların yaktıkları ağıt bazen türkçe, bazen kürtçe ve her savaşta analar ölüyor aslında. hoşçakal anne, hoşçakal.

oğlun...


Otogargara oyununun son sahnesi...

3 Ekim 2008

Günaydın abi


Gerçek adını söylemeye gerek yok, Çünkü artık o Günaydın abi. Bizim işyerinde çalışan biri kendisi. Ofis içerisinde ne zaman bizim odaya gelse-geçse "Günaydın" der. Bizim oda 3 kişi sayıca üstün ama yaş olarak saygımız var kendisine. Her girdiğinde bizde "günadyın abi" diyoruz. madem böyle oluyor adına niye Günaydın abi demiyoruz? fikri arkadaşlarında hoşuna gitti.

Bu ofis içi mevzular çok komik oluyor. Her geçen bir selam vermek zorundaymışçasına selam verme telaşına giriyor. hele her seferinde farklı selamlamaya çalışmaları, farklı bir şekil bulmaya uğraşmaları en komiği.

Ertelenen



Neden ertelerki insan "çok istiyorum" dediği şeyleri. Bak erteledim.. basketbol federasyonunun beni antrenörlük semineri için kabul etmesi üzerinden 1 yıl geçti.. "seneye giderim" demiştim kendime. Mecburiyetten dediğin neydi?! Bu mecburiyeti daha çokta sevmiyordum ama yinede alıkoydu.. Kendime sövüyorum şimdi, bu seferde zamanımı öyle geçiriyorum..

2 Ekim 2008

böyle



Karşıdan bir araba geliyor

Ne var yani içinde sen olsan?

Son hızla çarpsan yüreğime

Samimiyet piliiz

son zamanlarda bir şey çok dikkatimi çekmeye başladı; biz 1980 ve sonrasında dünyaya gelmiş nesli ticari açıdan taciz eden bir pazarlama stratejisi baş gösterdi. Öyle ki, çocukken sevdiğimiz-sevmediğimiz hemen herşey bir şekilde gün yüzüne çıkarılıp reklamlara, tv programlarına, yazılı basına ve internet ortamına, yani bir şekilde önümüze koyuluyor. Hayır güzel kardeşim, abim, ablam... O dönemler sizin anlattığınız kadar cıvık, yılışık değildi. Nostaljiyi övme amacında değilim, haddim değil zaten, hele ki bizden öncekilerin yaşadıklarını görüp duyduktan sonra, kendi yaşantımızı ballandıra ballandıra anlatmanın bir anlamı da yok. Tamam, kabul ediyorum; biraz şımarık da yetiştirilmiş olabiliriz. Ama ortaya konanlara bakarak konuşacak olursam; biz o kadar saygısız, aptal veya değer bilmez insanlar değildik. Teknolojik olarak değişimin en sert yaşandığı dönemde çocuktuk, elbet bu değişimin psikolojik gelişimimizdeki etkisi büyük olacaktı, oldu da. Bugün herşey bir-iki günde biçim kazanıyor ve bu yüzden mânen tesiri de kalıcı olmuyor.

Siyah önlüğü son giyen, derste sıkılınca cebindeki 500 lirayı harita metodun tek kalan yaprağının altına sıkıştırıp kurşun kalemle paranın eskizini çıkaran, bilgisayar denen nane ortaya çıkmadan önce, oyun bulamadığı zaman yol kenarına oturup Tofaş marka arabalarla Renault marka arabaları sayıp hangisinin daha fazla olacağı hakkında tahmin yaparken dahi eğlenebilen bir neslin üzerinden maddi çıkar sağlamak istiyorsanız, biraz daha samimi olun.

1 Ekim 2008

Bu arkadaş kim?


-ee ben kandıralı cevdet'in oğluyum.

ve sonrasında "aaa hadi ya biz niye hiç görmedik seni?" veya "bizim mahallenin çocuğusun biz niye tanımıyoruz?" gibi diyaloglar oldu bayramın ilk günü. Arkadaşlarla mahalleliyi dolaştık ama şeker toplamak değildi bu sefer amaç :) eskiden şeker- çikolata için dolaşılırdı bu sefer büyümüş şık giyinmiş el öpmeye gitmiştik. Ben 6 sene okulla uğraşırken mahallede epey değişmiş, bizde epey değişmiştik. İnsanlar zor tanır olmuştu. Herkes, "Kandıralının oğlu, Gökmen" dediğimde "Aaaa" diye tepki verdi.

Sen neredeydin?

Ne oldun?

Ne iş yapıyorsun?

gibi soruları duydum durdum. Ama en güzeli Afyonlu bir ağabeyimizin yaptığı kaymaklı ekmek kadayıfıydı.. Ne yedim be.. ağzınızın suyu aktımı blog :)