28 Şubat 2009

çin seddini aşta izmiti dolaşta gel

bugün dondum.. hava zaten soğuk. 3-4 gündür durmadan yağmur yağıyor buralara.
çinden aldığımız yeni bi makina var. onu taklit edip kendimiz bi tasarım yapmaya çalışıyoruz. parçaları elemanlara söktürdüm ölçü filan aldım. akşama kadar atölyedeydim ve hakkaten soğuktu. üstümde kazak, avcı yeleği gibi ofiste bulduğum kalın bi yelek onun üstüne işyerinin şişme yeleği.. daha ne olsun di mi? atölyede şişman rambo gibi dolaşıyordum. üst tarafım hayvan gibi oldu. soğuktan korunayım diye hareket edemiyordum. :)

neyse çinliler nasıl yaptılarsa o makinayı, bugün kendilerine epey sövdüm.. bütün ölçüler buçuklu filan mı olur ya.. standard olan parçaların bile ölçüsü buçuklu çıkıyor ve avrupa ve türk standardında hiçbiri yok! üstüne bide ustalarla uğraş.. belli bi süreden sonra beyin zarar görüyor dedi üretim müdürü ustalarla akşama kadar takıldığımı görünce.. ustanın biri diğerine "ge buraa" diyo ötekide onun yanına gidiyo. hadi o ge buraa diyo hali kötü ama ötekide onu anlayıp dediğini yapıyo..
neyseki gençten çocuklar vardı 2 tane. onlarla biraz muhabbet ettim ama onlarda hemen yavşadılar ya. biri çıakrıp telefon dediği süpersonik aletiyle fifa filan oynadı. oha dedim. lan benim telefonumum en kapsamlı özelliği hesap makinası. daha fazlası yok! apıştım kaldım.

çinden gelen dediğim makinada bi ara kanser riski var mıdır acaba? yı tartıştk. hani bu çinlilerin yaptığı herşeyde kanser riski oluyo ya. sonuçta olsa bile bize bişey olmaz dedik.. tipik türk kolaylığına kaçtık yani.

ben o kadar mallaştımki akşama kadar atölyede takılıp acaip espriler işitince işten çıkarken telefonumuda masamda unutmuşum :/ en süpersonik özelliği hesap makinasıda olsa off of.. kullanıcı mal olunca işte..
çocuklara "bu makinadan sonra çinlilerden ufo alıp onu kopyalicaz ne diyorsunuz yapar mıyız?" dedim. "bizim evde var abi ufo ısınıyoruz" dediği anda error vermiştim.. lan niye ufo diye yaptınız o markayı. biz çinlilerden uzay mekiği alacağıdık :)

iyi uykular blog.. hala etkisi sürüyor uyuyamıyorum lan!.. bi kahve bi sigara..
çok şaçmalıyorum yine. 2009 hedeflerim arasında sigarayı bırakmak var ama kahve yanında pek güzel oluyo şerefsiz.

25 Şubat 2009

bi sittir git ülkesi

Photobucket
bi ilin milletekili çıkıp seçim kürsüsünden halka "siz ne işsiniz bolm? bana bak bana!! herkes bize oy vericek lan! vermeyinde göreyim gününüzü! bizden başkası buralara bişey yapamaz! hükümet bizim elimizde olduğundan başka partili belediye başkanı seçilirse gırtlağını sıkar, para vermeyiz. hiçbir şey yapamaz! akıllı olun lan!" manasına gelecek laflar ediyor. izleyen kalabalık alkışlıyor.

adaletinin a.koudum partisi bakanı çıkıyor aynı boku söylüyor, sonra çıkıp "şaka şaka bi gaza geldimde,olur öyle şeyler" diyor.

bi sözleşmeli öğretmen tanıdığım MEB bakanlığını arıyor. bakanın bahsettiği sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesi hakkında ne zaman olur? veya böyle birşey var mı? diye soracak oluyor. millieğitimde müdür olduğunu söyleyen adam "inna sabirin duasını bilir misiniz?" Nasıl ya? ne inna sabirini? biliyorum da ne alaka diyor? peki türkçe karşılığını biliyorm usunuz? diye sorduğunda "yok benim yabancı dilim ingilizce arapçam pek iyi değil" diyor öğretmen. (ve hala sabrediyor..)
yani diyormuşki sabredin olur elbet.. öğretmen arkadaş soruyor "peki bu sabır ne kadar sürer" cevap.. inna sabirin...


Gazi Üniversitesinde kız öğrenciye darp iddiası
hiç araştırmayın abicim. doğru zaten bilmeyen yok benide tehdit etmişlerdi zamanında 10 kadar takım elbiseli adam. sorsan ülkenin bekası için kızı dövdük derler.. dtpliler molotoflarla otobüs yakıyor ülkücüler bunları yapıyor.. ne skim bi ülke lan burası!

22 Şubat 2009

yaz gelsin



babamla amcamın ortak bi anısı var bi ara anlatmışlardı. antep'e gitmişler. bi yerde yemek yerken izmit lafı ediyorlarmış (izmit çocuu tabi edicek). adamın biri hemen atlamış
-ağabey siz izmitli misiniz?
-evet
-ağabey orada hala yağmur yağıyor mu?

meğer adam askerliğini izmitte yapmış. hep yağpmur altında nöbet tuttuğundan hiç unutamamış..

buralarda hep bi yağmur olur hakkaten.. kış hiç bitmez gibi gelir. hele benim gibi sinüzitiniz varsa veya o nöbet bekleyen antepli asker gibi yağmur altındaysanız kış geçmek bilmez. kafayı yiyorum bikaç gündür. o yüzden bıleydim diye espri yapıyor olabilirim.

doktor ameliyat olmamı tavsiye etmişti ama ben tırstığımdan pek yanaşmadım ama şimdi isyan ediyorum kendime.. bu nasıl bi burundur bu kadar mukus üretiyor. nasıl baş ağrıtıyor..

hadi anladık sinüzitin var, başın ağrıyo, burnun tıkalı, sesin değişti filan. peki sen neyine güvenip dün akşam gidip halı sahada maç yapıyorsun?!! hee söyle lan it.. allaaan salaaa..
kendime kızıyorum blog kusura bakma ama hakettim. gittik dün akşam buz gibi havada maç yaptık. neyse koşarken filan soğuk o kadar etkilemiyordu ama top çüküme çarpmasın mı?!! çarpmasın ama çarptı işte. "çocuum olmicaakk" diye bağırasım geldi ama o acıyla kendimi yere bıraktım. herkes koştu zıpla git işe gibi tüm erkeklerin bildiği bu durumlardaki tedavi yöntemlerini söylediler. ilk yarı sonuna kadar gittim içerde televizyon seyrettim bişeyler içtim. ikinci yarı tekrar maça girdim. bizimkiler fena fark yiyordu.(hiç sahiplenmiyorum ben değil bizimkiler) girdim oyuna "madem fark yiyiroz biraz kavga çıkaralım" diye düşünüyordum ki allahın sopası yok diye buna denir. top bu sefer gözüme çarptı.. oha!! lan nasıl göze top çarpar diyebilirsiniz. bende diyorum bu kadar şanssız olunur mu? diye. demek olunurmuş. gözüm hala acıyor buz koymasam daha fazla şişer mal gibi dolaşırdım ortalıkta.
akılsız başın cezasını bişey çekermiş neyse o işte (bende tayyip gibi saçmalayım dedim)..
aslında şey daha güzel hani kamer genç demişti kürsüye çıkıp. sivrisinek saz, davul zurna az muhabbeti. ahaha ne güzel adam şu kamer genç. al karşına konuşsun sabaha kadar. ama bi düğmesi olsun tabi istediğin zaman kapatıcaksın.

işte böyle.. samiyene de gidemedim zaten. başım ağrıyor, burnum tıkalı. annem habire meyve yedirmeye çalışıyor, nane limon filan içiriyor. ben sadece ıhlamur içiyorum iyileştirmese bile süper bişey şu ıhlamur. çok seviyorum..

maçı izlemeye evden kaçıyorum annem soğuk şeyler içme diyor. isyan edip sokağa şortla çıkacak hale geliyorum...

20 Şubat 2009

le le le bıleydim

sabahtan beri milletin kafasını ağrıyorum.. "bıleydim senin için ağlar mıydım bıleydim" diye diye kendimden nefret eder buldum kendimi. o bıleyd'in wesli sınayps olduğunu belirtmek isterim =)

blogu hemen terk etme hissiyatı oluştu di mi?

recep ivedik başbakan olsun!!

Photobucket
dün recep ivedik 2'yi izledim. recep tayyip'le benzerliği sadece isminde değil. ikiside giderci... ama ivedik her türlü gider yapıyor. salondan çıktıktan sonra ben aslında ona dememişidim yok ötekine demiştim, gbi yavşaklıklar sergilemiyor. Neyse o alayına gider! Hem ingilizcesi daha güzel.. =)

o halde davos fatihi! hatta akepe mitinglerinde 'dünya fatihi' diye pankartlar açılan adam yerine başbakan recep ivedik olsa daha güzel olmz mı? bu halk onu daha çok sevmez mi? dünya fatihi yerine galaksi fatihi filan demez mi?

geçen gün Nevşehir de mitingde tayyip "biz beyaz eşya, kömür vb. dağıtmaya devam edicez, muhalefet bizi ırgalamaz" demiş..
kriz var diyoruz 'bizi ırgalamaz'
işsizlik? 'ırgalamaazz'
ekonominin boku çıktı altın durmuyor? 'bizi ırgalamaz'
ülkenin anası s!kildi satılmayan yer kalmadı 'bizi ırgalamaz'
hamdolsun? 'bizi ır.. he hamdolsun? çok şükür elhamdülillah veleddalin amin..'

başbakan o gezeteyi okumayın, şunu okuyun bunu okuyun diyor arada gaza gelip. "onlar kaka bunlar cici" der gibi. benim blogu pek kimse takip etmiyor yoksa çıkıp mitinglerde bağırır "gargara yapmayın üleeenn"

18 Şubat 2009

sigara ve iyi

Photobucket

Hayatımda izlediğim en iyi filmler arasında ilk 5e rahat girer. İyi, kötü ve çirkin! ilk izlediğimde yanımda kuzenim vardı ikimizde mest olmuştuk. daha önce izlediğimiz kovby filmleri gibi değildi. artık tabancalarla oynarken biri iyi oluyor diğeri kötü. çirkin pek tercih edilmiyordu ama o da diğer filmlerdeki karakterlere göre daha iyiydi.

Clint Eastwood ağzından hiç düşürmediği sigarasıyla o kadar karizmatik- veya o yaşta ilgi çekici filan diyelim- geliyorduki hep onun gibi sigara içmek istedik. amcamın sigaralarından çalıp içerdik. ben hep dudağımın kenarına koyup orada kalmasını isterdim ama dumanı hep gözüme kaçardı. oysa filmdeki sigaradan duman bile çıkmıyordu.

tabi büyüyünce o sigaralardanda bulduk ama hiçbirimiz onun gibi olamıyorduk. o bir sigara içme ilahıydı.. belkide içme değil ağzında tutma. güçlüydü ve kazanıyordu. elbette ilgimizi çekerdi. şimdi kalkıp bi sigara yakıp, kılint abimiz gibi içer miyim diye aynanın karşısına geçmeyeceğim ama zamanında çok yaptım..

ben bardak almıştım lan? =)

Photobucket

bi zamanlar - Susam Sokağı

Photobucket

"Sev dünyayı açılır her kapı işte susam sokağııııı" diye diye bizi de inandırmıştılar. çok severdik. favori adamım kurabiye canavarı'ydı. edi büdü ikilisinden edi'yi severdim.
Kurabiye canavarı hep kurabiye yerdi ama hep yedikleri ağzının kenarından aşağı dökülürdü. ağzının kenarıyla yerdi, küçükken hep onun gibi yemeye çalışırdım annem kızardı.
En gıcık olduğum tip minik kuştur. orjinalinde adının big bird olduğunu yıllar sonra öğrenecektik ama yine de sevmeyecektik kendisini. zira karşısındaki gerizekalıymışçasına şeyler anlatır, sıkardı. sürekli iyi bi fikir verme çabasındaydı, efendi takılırdı ama kırpık gibi zeki değildi. mahallenin hafif serseri takılan ve sorgulayıcı kişisiydi kırpık ve küfede yaşar hiç gezmez dolaşmazdı.

edi ile büdü nün yaşadıkları çok acaipti. bi bölümde gecenin bi yarısı, edi yatağında su istiyor "suu suu" diye inliyordu. büdü dayanamadı su getirdi. edi ise "yok içmicem" diyip uyudu. nasıl sinir bozucu. nasıl küfür etmezsin orda? edemezlerdi tabi o ayrı.


şarkıları olurdu çok şirindiler.

aydınlık güneşli bi sabah
şaşırdım yolumu karanlıktaa
bana söyler misiniz?
nasıl gidilir
susam sokağınaaa aaaa



Kermit bi adamın yanına giderdi adam hep bişeyler icat ederdi. bi keresinde telefon mu telsiz mi öyle bişey bulmuş "bak konuşan sopa" demişti ama aynısından kermit'in elinde görünce yıkılmıştı =)

6 benim en sevdiğim sayı 6


Yeni bölüm Ölüm?


hiç kimse ölmeyecek gibi geliyor nedense.

16 Şubat 2009

Düşün Yollara Yollara


Perşembe akşamı çıktım yola. sırtıma çantamı alıp çıktım evden. ocakta yemeği olan birinin telaşıyla koşturdum terminale. ne bilet almış, ne bilet ayırtmış, ne kaçta araba olduğunu biliyordum ve bunu yapmayı çok seviyordum. öğrenciyken ankaraya hep böyle gider gelirdim. terminalden içeri girer girmez tam karşımda pamukkale yazıhanesi gözüktü. adama sorduğumda "şimdi kalkıyor" dedi. oysa daha pişmaniye filan alacaktım neyse dedim atladım arabaya saat 20:10 civarıydı. arabanın kalkış saati 20:00 olduğundan herkes beni beklemiş ve otobüse bindiğimde herkes gözümün içine ana avrat söver gibi bakıyordu. zerre sallamadım yerime seyirttim.. aceleyle çıktığımdan yanıma ne bir kitap ne bir gazete ne bir mp3 player almıştım. mal gibi kaldım. yaklaşık 10 saat yol bitmez göründü gözüme. ama sevindirici olan koltuğumun arka taraflarda olması ve otobüsün arkası sanki arkada biri osurmuşta herkes öne kaçmışçasına boştu (hahah ne salak benzetme yaptım be). Yayıldıkça yayıldım uyuya uyuya gittim. mola yerinde okuyacak karikatür dergisi aldım. aburcubur aldım. müzik dinleyebilecek bi alet aradım ama dandik radyolardan vardı işe yaramaz diye almadım.
muavin veya host olan çocukla kanka olduk arkaya geldi uyumaya. bana paso kahve kola kek filan getirdi sağolsun mide fesatı geçiriyordum. 10 saat otur o kadar şey ye iç. kalın bağırsağında canı var..


sonunda sabah 8 gibi nazilliye vardım. terminalde biraz bakındıktan sonra bi aynada kendime baktım. saç sakal zaten uzamıştı üstüne o kadar otobüs yolculuğu ağır gelmiş bi ifade vardı. hemen etrafta bi berber buldum saç sakal ne varsa kestirdim. üstüne bide limon kolonyası cillop oldum. dışarı çıktım Terminal den başka bi arabaya binecektim bu sefer. arkadaşın kaldığı köye gitmek için bi sürü araba değiştiriyordun ama yinede o köye ulaşamıyordun acaip bi yer. madran dağlarının birinde gariban bi köyde öğretmen kendisi. midemdeki rahatsızlık bahanesiyle aldığım rapor vesilesiyle yanına gidebildim. minibüste yanıma bi amca ve teyze oturdu. ege insanları çok şeker olurlar hele konuşmaları filan minibüs genelde köyde yaşayanlarla doluydu hep yerli insanlar vardı bi yabancı bendim o yüzden herkes bana bakıyordu. he yanımdakiler, fotograflarını çektim ama şuan koyamıyorum yine teknik sebepler. kürtçe birşeyler konuşuyorlar arada bana bakıyorlardı. gitgide uyuz oldum. lan tamam istediğin dilde konuş anladık biliyorsun bu boku ama niye en arka koltuktan en öndeki duyacak şekilde konuşursun? "nasıl olsa başkası anlamıyor koy g.tüne gitsin" diye coştukça coştular sanki bağırarak konuşuyorlar gözümüze sokuyorlardı. beni delirtmeden onlar yakın bi köyde indiler.
taşlı yol çok bozuktu o yüzden minibüs fena sarsıyor midemi bulandırmaya başlıyordu. ne olursa olsun etraf mükemmeldi. uzun zamandır böyle yeşillikler görmemiştim. dağların yukarılarında karlar varken bir tarafında güneş parlıyordu. her taraf yemyeşildi. elektrik direklerinde leylek yuvaları vardı. köylülere bakıp "gördünüz mü leyleği?" demek geldi içimden ama onlar belkide hergün bu yoldan geçtikleri için alışmış olmalılardı ve benim gibi değiller hatta hiç sallamıyorlardı. işte insan sevdiği herşeye bir süre sonra böyle davranıyordu! acıydı ama o an sallamadım manzarayı izlemeye devam ettim..

benim gideceğim köyün 10 km yakınına gidiyordu bindiğim minibüs. şöfer amcaya rica ettim sağolsun o da arabanın bakım masrafını benden çıkararak götürdü. o götürmese 10 km yolu nasıl giderdim? bilmiyorum.. ama adam ne istese vermeye hazırdım ha mecburiyet var o ayrı bide o kadar güzel konuşuyorki hani şu lays reklamlarındaki teyze gibi "nolcak gari götürüverem" demişi. sırf amcanın konuşması yüzünden yol boyunca epey muhabbet ettik. bu civardaki köylerden birinde yaşıyormuş hanımıyla. eşi şehre(nazilli) taşınalım diyip durumuş, amcanın dediğine göre. o ise köy gibisi var mı dedi bana bende hemen onayladım. içimdende yenge burda olsa ağzıma zıçar diye düşündüm..


epey eski pejo minibüs zor çıktı madran dağının tepesine yakın bu köye.. dayıyla helalleştikten sonra indim ve okulun bahçsinde öğrenciler vardı. beni gören koştu. ben fazla göze batmayayım diye kapşonumu takmış hızlı gitmeye çalışıyordum. çocuklar "siz yabancı mısınız?", "hello" dediler. ben gülüyordum ingilizce öğretmeni arkadaşım çocuklara epey öğretmiş olmalıydı ingilizceyi bunu bir yabancıya cesurca yaklaşmalarından anlamıştım. ama biri aralarından atlayıp "amca kime bakmıştınız" dediğinde "yürü git len" diye kovaladım çocuğu. hemen okulun lojmanının kapısında beni bekleyen arkadaşın yanına gittim. kömür ateşiyle cayır cayır ısınan oda dışardaki soğuğu unutturuyordu.
hayatla tek bağlantımız intenetti. o da meb'in okula bağlattığı bağlantı olduğundan herşeyi yasaklıyordu. hatta. meb.gov.tr ye bile girmemizi yasakladı. yarıldık!! kendi kendisiyle çelişiyorlardı. o yüzden bloga filan giremedim. gece acaip fıttına vardı. hep filmlerde ekeft olarak duyduğum o fırtına sesini "vuuuuuuuuuuu" diye canlı şahit oldum. acaip kar yağdı sabah kalktık bi tek arabaların üstünde kalmış. bu ne ya şimdi? şaka mı dedim. yağacaksa adam gibi yağsın gece yağıp sabah ortadan kaybolmakta neymiş. şehir mi burası. sonra ne saçmalıyorum gaza gelme dedim. yoksa o dağdan aşağı nasıl inerdim..

köy hayatı çok güzel ama uzun süre kalmayacaksın veya ben kalamıyorum. en fazla 3-4 gün, sonrası sıkmaya başlar. nikimiz kandıralı ama 2 seneden fazla oldu kandıra ya gitmeyeli.. bu kadar kandıralıyız işte =)

dönüşte arkadaş arabayla aşağı indirdi bozdoğan denen aydın ın küçük ilçesinde durduk. meşur pidecileri var oraya gittik. ibrahim tatlıses, haluk levent filan gelmiş fotograf çekilmiş vaay dedim "burda ne işleri var bunların" hemen yandaki fotoya bakınca hayal kırıklığına uğradım. atatürk vardı pidecide =) lan iyi ki fotoşop var yani. hemen b.kunu çıkarın.
pideler güzeldi ama üstüne deli gibi tereyağ koymuşlar o hoşuma gitmedi. salataları süperdi.


oradan nazilli ye terminale geçtik. daha önce yer ayırmak için aradığımızda pamukkale yer olmadığını söylemiş denizli seyahat ise yer olduğunu ama ayıramadıklarını söylemişti. illa deli edeceklerdi insanı.. terminale gittiğimde yer yok demelerine rağmen önce pamukkale'ye gidip sordum aynı cevabı alınca denizli seyahatte bilet aldım. 18:30da kalkıyordu otobüsüm gidip bi kahve içtim. otobüs iğrenç temsa diamond idi. nefret etiğim bi otobüs varsa işte budur. ne kliması klima, ne koltukları, ne tepenizde olması gereken düğmeler var. bu kadar mı skindirik yapılır bi otobüs! efe tur kullanıyordu bi ara ankara-izmit arasında o zaman gidip terminalden urfa cesur'a filan binerdim yinede binmezdim bu mal arabaya. düşünün işte o kadar gıcık. arka kapının önündeki koltukta oturuyorum ve gidişin aksine bu sefer yanım dolu. bu sefer yanımda bi kitap var. arkadaştan arakladığım metal fırtına 3 epey okudum yol boyunca. ilk başta tv'de Çok Güzel Hareketler Bunlar vardı onu izlerken farkında olmadan(!) kendimi kaybedip yandaki herifin yerinide işgal etmişim. herif bi süre sonra muavine sordu "arkadaki boş koltuğa geçebilir miyim?" diye ve gitti.

Yolculuğun geri kalanında yayıla yayıla kitap okudum ilerleyen saatlerde uyudum çünkü sabah işe gidecektim.. şimdi bunları yazarken uyumayayum diye içtiğim kahveler yüzünden midem ağrıyor ve uykusuzluktan nevrim döndü. akşam olsa eve gitsek havasındayım bugün..

ege ve ege insanı çok güzeller blog.. bunları düşünüp kendimi rahatlatıyorum.. başlık "yılanların öcü" filminde Irazca (Fatma Girik) lafıdır.. arkasından Arif Sağ girer insan olmaya geldim...

12 Şubat 2009

Hediye alma özürlüsü erkekler

bu grupta hatırı sayılır bi yerim olur heralde. hakkaten özürlü gibiyimdir birine hediye alırken. bi türlü karar veremem ne alacağıma ve bu sayede son dakikaya kadar kalır son dakika elime ne geçerse o hediyem olur. mesela bi insan sevgilisine niye kocaman bi eşek alır ki? ne amaçlar yani? kıvırma yoluda yok. Sevgililer gününde ne alsam diye tavsiye isteyenler oluyor benden. nasıl gülüyorum bu arkadaşlara. bi bilseler kimden tavsiye aldıklarını. sihirli bardak al dedim birine. hani şu üstüne resim basılıp siyah olan. sıcak bir şey içtiğinizde resim ortaya çıkan bardaklardan. bütün sihri bu işte =) bi başkasına sen sihirli yastık al dedim (her resimli şey sihirli oluyor sanki) onun sihri ne oluyor deyince kaldım mal gibi. başını koyunca hemen uyuyorsun dedim. doğum günlerinde en saçma sapan hediyeyi hep ben alırdım.

küçüklükten başlamıştı bu. ortaokul çağında akadaşımın doğum gününde p0rn0 dergi aldığımdan belliymiş. gerçi verememiştim kendisine. doğum gününü kutlamak için evlerine gittik. ben dergiyi gocuğumun içine saklamıştım. fırsatını bulunca verecektim arkadaşıma ama bi türlü çıkartıp veremedim. herkes hediyesini verince ben kaldım mal gibi. sonra çıkarken mutfağa su içme bahanesiyle giderek çöpe attım. Hediye almak ayrı, onu verme ayrı bi telaştı.

Aslında en iyisi Jerry Seinfel'in yaptığı. Elaine'in doğum gününde bi türlü hediye alamıyor, saçma sapan bi hediye alacağına bi zarf içine parasını koyup "doğum günün kutlu olsun" diyor. Tabi Elaine zarfı suratına fırlatmıştı ama niye olmasın be. alamıyoruz işte. hediye alma özürlüsüyüz.
big bang theory de fizikçi elemanın(adlarını hiç hatırlamıyorum) dediği ise ; "gidip 100 dolarlık bi hediye alacağım, benim doğum günümde ise o 100 dolarlık bi hediye alacak. ölünceye kadar bu böyle devam edecek. kim erken ölürse diğeri 100 dolar zenginleşmiş olacak" diyor. Oha lan bu kadar da değil =) ama ablamı filan götürmeliyim hediye alırken veya ben hiç gitmemeliyim. bunu iyi biliyorum, ben bu konuda saçmalıyorum..

11 Şubat 2009

Hayata işeyesim var!



Photobucket

Yayların yavşak olması?

Photobucket
Nette paso dolaşır ama bu yazıyı daha önce bi yerde okumuştum. belki penguen? çoğu doğru hakkaten okuyunca yavşak birini tarif ediyor gibi geldi bana. Ablam çok meraklıdır bu astroloji mevzularına. yeni biriyle mi tanıştı? hemen burcunu öğrenir ona göre yorumlardı. bana da sorardı hep. o kız ne burcu? o çocuk ne burcu? filan diye. Sonra; "yok ondan adam olmaz" "yok o ilişki yürümez" filan derdi hep tutardı nedense. uyuz oluyorum ben bu mevzulara. ne var yani jüpiter mi belirliyor benim aşk hayatımı arkadaş. bilmemne yıldızı ötekine yaklaştı diye para mı kaybedicem yani? adamlar sallıyorlar, biz aralarından bize uyanları toplayıp inanıyoruz gibi geliyor bana.
Hem Bıred pit abimiz bile Yay burcu. referans sağlam.. Belki Hulusi abi de Yaydır..

Yay Burcu:
Ah sen var ya sen... Düzenbazlar düzenbazı, dedikoducu ve bir o kadar geyik insan. Senin adam olman için kafana taş düşmesi veya birinin başına balyozla vurması falan mı lazım? Nedir bu gevezelik. Bu konuşur, konuşur, çenesi de yorulmaz. Beleşe bayılır. Ben yaptım, ben ettim havaları yok mudur bunun, insanın gırtlağına yapışıp boğası gelir. Heyecan manyağıdır bu. Bağımsızlığına en düşkün burçtur. Duruma, ortama göre anında değişirler. Nabza göre şerbet verirler. Buna gazı verdin mi bir daha tutamazsın. Bir şeyi abartmağa bayılır. En ufacık , en basit olayı bile süsleyip öyle anlatırlar size. Dikkat yoksunudur bu yaylar. Allah bunların sevgililerine de sabır versin. Bir insan ancak bu kadar kaprisli olur dedirtir insana. Bardağın hep dolu tarafını görecek kadar, hayattaki olumsuzluklara gözlerini kapatırlar. Sıkılınca kaçarlar. Eğer sonunda bir çıkarları yoksa, mücadele etmeyi pek sevmezler. Bunların burcunun adı yay değil çakal olmalıymış aslında. Bunlar için hayatta kendilerinden daha önemli hiçbir şey yoktur. Biten ilişkilerinin ardından konuşur, kızdığı arkadaşlarının arkasından atar tutarlar. Bu yüzden pek güven vermezler insana. Daha nasıl güven versin ki, sırf heyecan için yaşayan, dedikoducu tip demedik mi? Bir şey biliyoruz da söylüyoruz herhalde.

10 Şubat 2009

Yaşayan Efsane

Böyle kocaman kocaman reklamları var Cengiz Kurtoğlu nun. 14 şubat günü konseri varmış izmit te.
Bi insan sevgililer günü niye gider CK konserine?
1- Sevgilisiyle manyaktırlar, mutlu olup romantizm yaşayabilecekleri bi günde kendilerini acıya sürükleyecek şarkıları dinlemek isterler.
2- Yalnızdır sevgililer gününde tek tabancadır, sevgilisi uzaktadır veya hiç yoktur. Zaten el ele göz göze diz dize çiftleri görüp uyuz olmaktadır. gidip bi meyhanede içebilecekken acısına acı katan şarkıları canlı dinleyip kendini jiletleyebilir. çok sakıncalıdır.
3- CK fan kılab üyesidir. Başına CK yazan bant takar, baskılı tişörtünü giyer gider. o adama veya kadına saygı duyar karşısında önümü ilikler hatta yol veririm sorun çıkarmam..

Ben, kardeşler meyhanesi - mustafa abi - 351 den birince içmeyi tercih ederim. Daha önceleri marina tercihimidi ancak akepe belediyesi işte.. yasak!.
Ancak bi Ümit Besen konseri fena olmazdı =)


Son olarak Kadri nin götürdüğü yere git diyorum. gidin harbiden fena değilmiş. ben epey isteksiz gittiğimden midir bilmem ama beğendim. Uğur Uludağ ın senaryosu ve cem özer le sahneleri çok makara. Tabi oyunlarındaki gibi çok güzel diyaloglar çıkarmış. öper başıma koyarım öyle sevişirim. =)) ne diyor bu demeyin filmi izleyin.. saygılıyım işte :p

9 Şubat 2009

monitör karşısında mavi ekran vermece

Tamam olabilir elbette. eskiden muhallebiciler filan varmış oralara gidermiş insanlar. şimdi kimse netten çıkmadığı için başka nerede bulabilir. tabi arkadaşlık, yavukluluk durumları olabilir. ibo paşa anlattı az önce. bi hatunla epeydir konuşuyorlarmış. bugün "kem aç" diye tutturmuş kız kişisi. ibo "keşke hiç demeseydi, keşke hiç açmasaydı"diyor.

ben - gargamel'e mi benziyor lan yoksa?

ibo - gargiyle evlenirim lan

ben bu cevap sonrası mavi ekran verdim (fatal error)

Stratovarius - Before The Winter

Aradan uzun zaman geçti. Sevmediğim bir kadınla evlenip, çok sevdiğim iki çocuğum oldu. Kızın ismi Arzu, oğlanınki Umut. Bir bankada veznedarım. Dişten tırnaktan arttırıp, arada sırada zimmete de ufak tefek bir şeyler geçirdiğimde, yazları, kayınçonun yönetici olduğu yem sanayii kampında bir haftalık tatile gidebiliyorum. Bayramdan bayrama bir şişe şarabım var mutlaka. Hala inançlıyım; Fener bu sene kesin şampiyon. Laf aramızda, zaman zaman, bankadaki çocuklarla Laleli’ye indiğimizde oluyor ( Natalia adında bir kimya hocası var orada, perestroykadan sonra işsiz kalmış, buraya gelmiş ). Ama prezervatif kullanıyorum. Eski bir cep telefonum var. Beni aradıklarında bulsunlar yeterli. Artık önümü görebiliyorum ve aynı kelimeleri üst üste, sadece zamanı doldurmak için bir araya getiriyorum. Şimdi hatırlıyorum da, Gençlikmiş hepsi ya da büyük bir yalan




dumanlı bir tepeden geliyor sesin
bir derviş gibi
sanki bir tuzak
sanki dudağın gibi

ankaranın sokakları başlattı tüm puştluğu
köşedeki dönerci bile hatırlar
herşeyi
hani baban öldüğü gün
sen, ben, o ağladığımızı

zaman yalanı açığa çıkarıyor
ve tarih denen dede
pişmanlık koyuyor adını
sevdanın
her şeyden vazgeçiyor
delikanlı dediğin

bir lanet
hep bir gölge gibi
üstünde
ankaranın

keşke gitmeseydim bulvara
keşke aynı ıhlamura uzanmasaydı elimiz
boşuna akmasaydı kanımız
keşke çakmaklarımı kaybetme adetim
olmasa da ateş istemese
keşke sigarayı zamanında bıraksaydım
keşke bir lanet gibi
çökmeseydi ankarama bulutlar
keşke sen yağmurdan korkmasan
keşke koltuğuma sığınmasan
keşke seni öpmeseydim
yağmura güvenip
keşke sana tip tip
bakan pasajdaki çocuğu
dövmeseydim
keşke okulu zamanında bitirip
kalmasaydım gözlerinin ikmaline
keşke senle hiç sevişmesem
sevişme nedir bilmesem
keşke her sabah sana
ölmeseydim
işte o zaman
ankara başka olurdu
sen başka ben başka
dünya başka olurdu

dedim ya
dumanlı bir tepeden geliyor sesin
dedim ya
eceline susuyor usum

ankara sokakları başlattı tüm puştluğu
mini eteğini mi çıkarmalı aklımdan
beraber ilk esrar içişimizi mi
silmeli dizeden
ankara sokakları
hayatımın
en kara sokakları



alıntılar cehennemi olduk.. pas çıkarıyorum sadece

Kavuştuğumuz Gün

Ne yazsam
Okur onu
Başımın arkasından kocaman gözlerle
Birileri

Sıcak solukları düşer yazdığıma
Bilinmez bir yaratığın bilinmez evreninden
Okur onları uzak birileri

En eski çağların bakışları mı
Kimdir beni dize dize izleyen
En eski devrimler midir
Yöneticilerine başkaldırmış

Onlar mıdır çırılçıplak doğduğundan beri
Hep işçi hep ırgat hep köle hep parya
Gecekondularda bakışlarına gece konmamış
Katmış aydedeyi karanlığına birileri

Omuzlarımdan yazdığıma bakan kim
Bir çocuk gele gele
Yüreği abecedir
Bütün yeryüzünün uluslarına anlatacak
İnsanın insana kavuştuğunu

Sizler
Sevdiğim düşündüğüm uğruna yaşadığım
Beni ölümsüz kılan
Birileri


Türk Dili Dergisi'nin 130. sayısında: “Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Konur Ertop’un eşi Ruhan Ertop’a söyleyerek yazdırdığı, hiçbir yerde yayımlanmamış son şiirlerinden biridir.” diye yayınlanan şiiridir..

8 Şubat 2009

Gitsek mi?



evet evet japonkale de yazdım gitsek mi diye. burayada aynı başlıkta yazmak istedim. cuma akşamı piiz yaparken bi anda gaza gelip deplasmana gittik. "gitsek mi?" ise bolu'ya kadar birbirimize sorduğumuz soru oldu. bikaç bira içip bu kadar gaza gelinir mi? geldik. çok yorulduk, üşüdük ama eğlenceliydi. hepinizi öperim.. dinlenmeliyim..

6 Şubat 2009

Forza Hayvan Adam

Photobucket

Hala etkisinden kurtulamadı kimse şu filmin. yeter uyuz oldum. hala bi duygu silsilesi gidiyor millette. ne zaman içsek hemen aşk böcüklerini döküveriyor millet. Lan bu filmden önce nerdeydiniz. Ben çizği filmlerde genelde kötü adamları tutardım. He-Man de ise iskeletor yerine onun sağ kolu Hayvan Adam'dı seçimim.

çok afedersiniz ama koyarlar Issız Adam'a.

Bu akşam benim gibi kandıralı, kocaelisporlu, celticsli, benim gibi mancarlı pide tutkunu Tamer ile piiz yapmaya gidiyoruz. Buradan telefonu kapalı olan Emre Güneş'e duyurulur.

Tamer askerden izine geldi. kendisi dağlarda bi rambo olmuş. izmit çocuğu olmasından dolayı direk albay olarak filan başlar diye ümit ediyordum ama önceler çok sürünmüş.. Akşam içerken bütün mevzularını anlatabilirsin sana serbest. Askerden gelmişsin ama her c.tesi akşamı 60 evler sahilinde ıssız adamı oynamaktan sıkıldım yahu..

ayrıca film demişken geçen akşam güneşin oğlu nu izledim. çok hoşuma gitti. Onur Ünlü de bi izmit çocuğu olduğundan aslında şaşırmamak lazım. Normal güzel film yapması. Polis de harikaydı.


ekleme: emre güneş aradı o da geliyor =)

Kendimi Takdir Ederim


iş yerindeki stajer arkadaş son günlerdeki tek eğlence kaynağım. meslek lisesi son sınıf öğrencisi. profesyonel boksör. asya aşampiyonasında madalyası filan var. sakat bişey yazmamaya özen göstereceğim =)

her akşam kavga eden, yanında emanetle gezen psikopat tavırları olan ama bir o kadar da metroseksüel erkek tadında bi eleman. çok acaip veya bana öyle geliyor. hem metroseksüel hem cebinde muştayla geziyor. hatta üretim müdürümüze bi iş emri çıkarıp, yeni bi muşta yaptırmasını istiyordu dün. Üretim müdürü beni göstererek önce çizimini yapın dedi gülerek.

Kürklü, simli kıyafetler giyiyor. Fular takıyor sanırsın Hıncal Uluç. Yok tamam bunları yapsın ama niye hep serserilik peşinde. Anlattığımı hemen kapıyor zekide kerata. bu sene son sınıfta ilk kez takdirname almış. Yeni puan sistemine göre Takdir - teşekkür almak zorlaştı, eskiye göre. Oysa ben okul hayatım boyunca hiç takdir almadım (küçük emrah mode on). Takdir ne? Teşekkür almışlığım bile yoktur. Hatta olaysız bi dönem geçirmemişimdir ki şimdi bu çocugun yaptıkları garip geliyor. yaşlandıkça kuşak çatışması dedikleri dalga mı çıkıyor ne oluyor. daha bi postun içinde tutarlı davranamıyorum.

Ortaokuldan mezun olduğumda diploma notum: 2,87 idi. Hiç bi lise kabul etmedi beni :) meğer anadolu teknik lisesi sınavını kazanmışım "makina bölümü (Almanca)" yazıyordu kağıtta. oysa sınava bilerek girmemiştim. sııfın çoğu giriyordu sınava. o zamanlar toplu ne olsa dalardık gözü kapalı. şans işte önümde oturan çocuk bizim sınıfın hatırı sayılır çalışkanlarındandı bikaç soru ondan bakmıştım. tamam bakmadım zorla söylettirmiştim cevaplarını =) kader işte makinacı olacakmışız orada başladı herşey..

Teşekkürü - takdiri hakeden bi insanımdır aslında ama nedense hiç kağıda dökülmedi bu. bi tek ilkokul 1de karne üzerinde kırmızı kurdale vardı onu hatırlıyorum. çok güzeldi. he bide 1. sınıfta deftere yapıştırılan çıkarmalar vardı. onlardı asıl güzel olan. hala yapan öğretmenler var ve hala işe yarıyor çocuklar üzerinde. mükemmel bişey.

Neyse lise2de ilk dönem yine bi ton 1im vardı almanca bunların başındaydı. Hazırlık dışında lise hayatımda almanca'dan geçememiştim. hep 1 gelirdi. hazırlıkta ise 4.. ne biçim çelişki bu. neyse 2. sınıf 2. döneminde almancayı 2 getirip ilk dönemki 1i kurtarmayı planlamıştım. notlarımda iyiydi karneye 2 gelecekti. diğer notlarımıda hesapladığımda teşekkür alıyordum. 2. dönem sonuna doğru almanca dersleri boş geçmeye başlamıştı. hocamızın raporlu olduğu söylendi. pek sallamamıştık nasıl olsa dersler boş geçiyordu. okul koridorunda uzun eşşek bile oynamıştık. neyse, dönem sonuna kadar gelmedi hoca. karneleri dağıtırken hocamız açıkladı öğretmenimiz ölmüştü. meğer adam kansermiş. eblek eblek sırıtırken bi anda apışıp kaldık hepimiz.

hocamız hastalandığı sıralarda notlar müdüre teslim ediliyormuş ve o da teslim edemeden hastaneye yatmış. sonra vefat edince ilk dönem notları geçerli olduğundan karnemde almanca 1 gözüküyordu. o an pek sallamamıştım ama şimdi düşünüyorumda bi güç var. bana teşekkürü çok gören bi güç.

Şimdi genç stajer mustafa'yı görünce niye umutsuzca bakıyorum ki? yaşlı dayılar gibi "vah vah gençlerin haline bak" demeyeceğim umarım hiçbir zaman. o olmasa ofiste hayat sıkıcı. hem takdir almasında bizim tam not vermemizinde etkisi var. Takdiri hakediyorum..


konuyla alakasız ama şu azerice süper bi dil buyrun
Hepsi Sendin

beraber korktuğumuz aşk filmlerini hatırlıyorum en çok
sonra on dakika ara öpüşmelerimizi
meg ryan gibi öpüşen tek kadındın sen
ve fazla saf kalıyordu meg ryan
kocaeli'ye
tabii tutkundu elim boynuna
ve arkamızdaki adam
varsın filmi izlemesindi
hatırla kontes
adam yanındaki kadına kızdı
ve kadın bizi gösterip
"neden onlar gibi olamıyoruz" demişti
gülmüştük...

"şaşıran sen mi yoksa ben miyim bilemedim"
buyuruyordu Orhan Baba
elimiz mahkumdu, ağlamıştık...

"neyi özlediğimi" bilemiyorum en çok
hangi sevgiliye dökmeli göz yaşlarımı
hangisi unutulmazdı, unuttum
hangi şarkı bizimdi – tüylerim diken olmakta kararsız
ve dahası biz kimdik
ben en son hangi "ben"imden vazgeçip
kimle "biz" olmuştum
hangi "sen" den kaçmıştım en son
ama sevişmelerimizi hatırlıyorum en çok
hepsi sendin...


2004