16 Şubat 2009

Düşün Yollara Yollara


Perşembe akşamı çıktım yola. sırtıma çantamı alıp çıktım evden. ocakta yemeği olan birinin telaşıyla koşturdum terminale. ne bilet almış, ne bilet ayırtmış, ne kaçta araba olduğunu biliyordum ve bunu yapmayı çok seviyordum. öğrenciyken ankaraya hep böyle gider gelirdim. terminalden içeri girer girmez tam karşımda pamukkale yazıhanesi gözüktü. adama sorduğumda "şimdi kalkıyor" dedi. oysa daha pişmaniye filan alacaktım neyse dedim atladım arabaya saat 20:10 civarıydı. arabanın kalkış saati 20:00 olduğundan herkes beni beklemiş ve otobüse bindiğimde herkes gözümün içine ana avrat söver gibi bakıyordu. zerre sallamadım yerime seyirttim.. aceleyle çıktığımdan yanıma ne bir kitap ne bir gazete ne bir mp3 player almıştım. mal gibi kaldım. yaklaşık 10 saat yol bitmez göründü gözüme. ama sevindirici olan koltuğumun arka taraflarda olması ve otobüsün arkası sanki arkada biri osurmuşta herkes öne kaçmışçasına boştu (hahah ne salak benzetme yaptım be). Yayıldıkça yayıldım uyuya uyuya gittim. mola yerinde okuyacak karikatür dergisi aldım. aburcubur aldım. müzik dinleyebilecek bi alet aradım ama dandik radyolardan vardı işe yaramaz diye almadım.
muavin veya host olan çocukla kanka olduk arkaya geldi uyumaya. bana paso kahve kola kek filan getirdi sağolsun mide fesatı geçiriyordum. 10 saat otur o kadar şey ye iç. kalın bağırsağında canı var..


sonunda sabah 8 gibi nazilliye vardım. terminalde biraz bakındıktan sonra bi aynada kendime baktım. saç sakal zaten uzamıştı üstüne o kadar otobüs yolculuğu ağır gelmiş bi ifade vardı. hemen etrafta bi berber buldum saç sakal ne varsa kestirdim. üstüne bide limon kolonyası cillop oldum. dışarı çıktım Terminal den başka bi arabaya binecektim bu sefer. arkadaşın kaldığı köye gitmek için bi sürü araba değiştiriyordun ama yinede o köye ulaşamıyordun acaip bi yer. madran dağlarının birinde gariban bi köyde öğretmen kendisi. midemdeki rahatsızlık bahanesiyle aldığım rapor vesilesiyle yanına gidebildim. minibüste yanıma bi amca ve teyze oturdu. ege insanları çok şeker olurlar hele konuşmaları filan minibüs genelde köyde yaşayanlarla doluydu hep yerli insanlar vardı bi yabancı bendim o yüzden herkes bana bakıyordu. he yanımdakiler, fotograflarını çektim ama şuan koyamıyorum yine teknik sebepler. kürtçe birşeyler konuşuyorlar arada bana bakıyorlardı. gitgide uyuz oldum. lan tamam istediğin dilde konuş anladık biliyorsun bu boku ama niye en arka koltuktan en öndeki duyacak şekilde konuşursun? "nasıl olsa başkası anlamıyor koy g.tüne gitsin" diye coştukça coştular sanki bağırarak konuşuyorlar gözümüze sokuyorlardı. beni delirtmeden onlar yakın bi köyde indiler.
taşlı yol çok bozuktu o yüzden minibüs fena sarsıyor midemi bulandırmaya başlıyordu. ne olursa olsun etraf mükemmeldi. uzun zamandır böyle yeşillikler görmemiştim. dağların yukarılarında karlar varken bir tarafında güneş parlıyordu. her taraf yemyeşildi. elektrik direklerinde leylek yuvaları vardı. köylülere bakıp "gördünüz mü leyleği?" demek geldi içimden ama onlar belkide hergün bu yoldan geçtikleri için alışmış olmalılardı ve benim gibi değiller hatta hiç sallamıyorlardı. işte insan sevdiği herşeye bir süre sonra böyle davranıyordu! acıydı ama o an sallamadım manzarayı izlemeye devam ettim..

benim gideceğim köyün 10 km yakınına gidiyordu bindiğim minibüs. şöfer amcaya rica ettim sağolsun o da arabanın bakım masrafını benden çıkararak götürdü. o götürmese 10 km yolu nasıl giderdim? bilmiyorum.. ama adam ne istese vermeye hazırdım ha mecburiyet var o ayrı bide o kadar güzel konuşuyorki hani şu lays reklamlarındaki teyze gibi "nolcak gari götürüverem" demişi. sırf amcanın konuşması yüzünden yol boyunca epey muhabbet ettik. bu civardaki köylerden birinde yaşıyormuş hanımıyla. eşi şehre(nazilli) taşınalım diyip durumuş, amcanın dediğine göre. o ise köy gibisi var mı dedi bana bende hemen onayladım. içimdende yenge burda olsa ağzıma zıçar diye düşündüm..


epey eski pejo minibüs zor çıktı madran dağının tepesine yakın bu köye.. dayıyla helalleştikten sonra indim ve okulun bahçsinde öğrenciler vardı. beni gören koştu. ben fazla göze batmayayım diye kapşonumu takmış hızlı gitmeye çalışıyordum. çocuklar "siz yabancı mısınız?", "hello" dediler. ben gülüyordum ingilizce öğretmeni arkadaşım çocuklara epey öğretmiş olmalıydı ingilizceyi bunu bir yabancıya cesurca yaklaşmalarından anlamıştım. ama biri aralarından atlayıp "amca kime bakmıştınız" dediğinde "yürü git len" diye kovaladım çocuğu. hemen okulun lojmanının kapısında beni bekleyen arkadaşın yanına gittim. kömür ateşiyle cayır cayır ısınan oda dışardaki soğuğu unutturuyordu.
hayatla tek bağlantımız intenetti. o da meb'in okula bağlattığı bağlantı olduğundan herşeyi yasaklıyordu. hatta. meb.gov.tr ye bile girmemizi yasakladı. yarıldık!! kendi kendisiyle çelişiyorlardı. o yüzden bloga filan giremedim. gece acaip fıttına vardı. hep filmlerde ekeft olarak duyduğum o fırtına sesini "vuuuuuuuuuuu" diye canlı şahit oldum. acaip kar yağdı sabah kalktık bi tek arabaların üstünde kalmış. bu ne ya şimdi? şaka mı dedim. yağacaksa adam gibi yağsın gece yağıp sabah ortadan kaybolmakta neymiş. şehir mi burası. sonra ne saçmalıyorum gaza gelme dedim. yoksa o dağdan aşağı nasıl inerdim..

köy hayatı çok güzel ama uzun süre kalmayacaksın veya ben kalamıyorum. en fazla 3-4 gün, sonrası sıkmaya başlar. nikimiz kandıralı ama 2 seneden fazla oldu kandıra ya gitmeyeli.. bu kadar kandıralıyız işte =)

dönüşte arkadaş arabayla aşağı indirdi bozdoğan denen aydın ın küçük ilçesinde durduk. meşur pidecileri var oraya gittik. ibrahim tatlıses, haluk levent filan gelmiş fotograf çekilmiş vaay dedim "burda ne işleri var bunların" hemen yandaki fotoya bakınca hayal kırıklığına uğradım. atatürk vardı pidecide =) lan iyi ki fotoşop var yani. hemen b.kunu çıkarın.
pideler güzeldi ama üstüne deli gibi tereyağ koymuşlar o hoşuma gitmedi. salataları süperdi.


oradan nazilli ye terminale geçtik. daha önce yer ayırmak için aradığımızda pamukkale yer olmadığını söylemiş denizli seyahat ise yer olduğunu ama ayıramadıklarını söylemişti. illa deli edeceklerdi insanı.. terminale gittiğimde yer yok demelerine rağmen önce pamukkale'ye gidip sordum aynı cevabı alınca denizli seyahatte bilet aldım. 18:30da kalkıyordu otobüsüm gidip bi kahve içtim. otobüs iğrenç temsa diamond idi. nefret etiğim bi otobüs varsa işte budur. ne kliması klima, ne koltukları, ne tepenizde olması gereken düğmeler var. bu kadar mı skindirik yapılır bi otobüs! efe tur kullanıyordu bi ara ankara-izmit arasında o zaman gidip terminalden urfa cesur'a filan binerdim yinede binmezdim bu mal arabaya. düşünün işte o kadar gıcık. arka kapının önündeki koltukta oturuyorum ve gidişin aksine bu sefer yanım dolu. bu sefer yanımda bi kitap var. arkadaştan arakladığım metal fırtına 3 epey okudum yol boyunca. ilk başta tv'de Çok Güzel Hareketler Bunlar vardı onu izlerken farkında olmadan(!) kendimi kaybedip yandaki herifin yerinide işgal etmişim. herif bi süre sonra muavine sordu "arkadaki boş koltuğa geçebilir miyim?" diye ve gitti.

Yolculuğun geri kalanında yayıla yayıla kitap okudum ilerleyen saatlerde uyudum çünkü sabah işe gidecektim.. şimdi bunları yazarken uyumayayum diye içtiğim kahveler yüzünden midem ağrıyor ve uykusuzluktan nevrim döndü. akşam olsa eve gitsek havasındayım bugün..

ege ve ege insanı çok güzeller blog.. bunları düşünüp kendimi rahatlatıyorum.. başlık "yılanların öcü" filminde Irazca (Fatma Girik) lafıdır.. arkasından Arif Sağ girer insan olmaya geldim...

Hiç yorum yok: