31 Aralık 2008

dünyanın düzeleceği gün

hikaye körfez.org forumdaki modalı(arzu) ablamızdan. paslaşayım dedim..

Adam, pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu.Baba oğluna söz vermişti, o hafta sonu sinemaya götürecekti onu ama hiç dışarıya gitmek istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu.Sonra gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritasına ilişti gözüne,önce küçük parçaları ayırdı dünya haritasını ve oğluna;

''Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim ''dedi sonra düşündü;
Oh be!! kurtuldum, en iyi coğrafya profösörünü getirsen bile bu haritayı akşama kadar düzeltemez!

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve;
Baba haritayı düzelttim artık sinemaya gidebiliriz dedi.
Adam önce inanamadı görmek istedi, gördüğünde hayretler içinde kaldı ve bunu nasıl yaptığını sordu.Çocuk;
''Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı, İNSANI DÜZELTTİĞİMDE DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELMİŞTİ'' dedi


yeni yıl herkese mutluluk, sıhhât ve sevgi getirsin efendim.. hea 2009 da olmazsa 2010 var, 2011 var, 2012 var... rahat olun..

bitirirken tribünlerde söylediğimiz şu güzel besteyle:

kafayı çektik yine
daldık güzel aleme
2012 de
şampiyonlar liginde
koyacağız real madrid'e
koyacağız real madrid'e

Link

30 Aralık 2008

Maide Suresi , 51.Ayet :

Ey iman edenler! Yahudileri ve hristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.

hani "hepimiz kardeşiz, bu kavga ne diye"ydi?

29 Aralık 2008

Yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl

okulda bize öğretilen şeyler niye zor olmak zorunda?! çocuksun, zaten zor konuşuyorsun. üstüne bu şarkıyı söyletmeye çalışırlardı. ne zordur üst üste 'yeni yıl' demek. tamam anladık yeni yı. bu mudur yani bütün numaranız. yeni yıldan soğuturdu beni bu şarkı.

Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Bizlere kutlu olsun
Yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl, yeni yıl
Sizlere mutlu olsun


o kadar yeni yıl dedikten sonra 'biiizzlere..' ve 'siizzlere..' kısımlarına gücüm kalmaz, uzun hava okur gibi damarlarım çıkardı o yaşta.

oysa ortaokulda öğrendiğimiz "cingıl bels" öyle miydi? coştururdu adamı. anlamasakta o her cingıl bels öncesi sınıfça "HEY" diye bağırır coştukça coşardık. ondan sonra yılbaşı dansöz izlemekten ileri gitmiyor işte.. ne performans bekliyorsun. bütün tvlerde yeni yıl diyor. hemen kapıyor tvde dansöz arıyorum, yaşananları unutmak için. yılbaşında dansöz oynatmanın ilk çıkışı böyle olmuştur. ne zaman bu yeni yıl şarkısı milli eğitim müfredatına girdi. memleketin dansöz ihtiyacı arttı.




bidibidi: hea bi de ortaokulda harita çizememenin verdiği hüzün vardır. tasvir edilemez..

Ne Zaman Öfkeleneceğiz?!







Zap yaparken denk geldiğinde, ölü sayısı kontrolü için durup bakılıyor kanallara. "Vah vah allah yardımcıları olsun" dedikten sonra tekrar desti izdicaç'a dönülüyor. Yanıbaşımızda Irak'ta neler oluyor bunları bile görmezken..... İnsanlıktan çıkıyor, insani dugularımızı kaybediyor, tepkisizleşiyoruz. Sokakta adam dövülüyor, herkes yoluna devam ediyor. Kıyamet filan varsa kopsun acilen. Yeter! bu pislik başka türlü temizlenmez!

26 Aralık 2008

lombelikodelmondo

bugün yorulum. gözlerim ağrıdı. sinüzitten dolayı başım zaten ağrıyor. delirdi bugün kendileri. sabah işe geç kalınca daha çok üşüdüm. ne soğuktu. 2 metrelik tatar ramazan atkımı takmıştım halbuki.

zampara seyfettin'i buldum. onu izlicem oturup. biri gelip mısır pörtletsede yesek.

canım sıkılıyo be. peçetenin üstünde atlas var. 31 aralıkta yapıalacak iş listem. 76 adet parça. fonda uğurlama çalıyor.. ben gidiyorum

25 Aralık 2008

Önemli işler..

Hasan Pulur'dan bi arak =)

İşsiz ve huysuz adamı camiye ibrikçi yapmışlar, adam ibrikleri dizmiş bekliyor, abdest alacak olanlar, bir ibrik alıp şadırvana gidecekler, devir eski devir, şadırvan musluklarından şakır şakır su akmıyor.
* * *
BİRİ gelip, rastgele bir ibrik aldı mı, ibrikçibaşı “Bırak onu, bunu al!” diyor.
Dayanamamış sormuşlar:
“Yahu aynı ibrikler, niye onu bırak bunu al, diye müdahale ediyorsun?”
“Ben müdahale etmesem, istediğini alıp gidecek. Benim işim ne?”
* * *
ADAM büyük bir mağazaya gitmiş, tezgâhtara sormuş:
“Kırmızı, bir kravat almak istiyorum!”
“Düz kırmızı mı, çizgili mi?”
“Çizgili!”
“Bir üst kata, birinci kata çıkın, çizgili kravatlar orada bulunur!”
* * *
ADAM birinci kata çıkmış, tezgâhtara sormuş:
“Kırmızı, çizgili bir kravat istiyorum!”
“İnce çizgili mi, kalın çizgili mi?”
“Kalın çizgili olsun!”
“O halde bir üst kata çıkacaksınız, kalın çizgililer orada bulunur!”
Adam lahavle çekip, üst kata çıkmış:
“Kırmızı, kalın çizgili bir kravat istiyorum!”
“Yatay çizgili mi, dikey çizgili mi?”
Hoppala!
“Yatay çizgili olsun!”
“Bir üst kata çıkacaksınız, yatay çizgili kravatlar orada!”
* * *
ÇIKMIŞ üçüncü kata:
“Kırmızı, kalın yatay çizgili bir kravat istiyorum!”
“Hangi elbiseyle giyeceksiniz?”
Tepesi atmış:
“Size ne elbiseden?”
“Olur mu? Elbiseyi görmeden kravatı veremeyiz!”
* * *
ADAM o hırsla, merdivenleri koşarak inmiş, sokak kapısına gelmiş, kıçı açık bir adam, bir elinde donu, öbür elinde tuvalet kapağı bağırıyor:
“İşte kıçım, işte donum, işte oturacağım tuvaletin kapağı! Bu üçüne bir tuvalet kâğıdı verin!”

23 Aralık 2008

ilk cümleni anlasam..


Müge Atalay yazmış; sevdiğimiz kitaplardaki ilk cümleler.. diye. Aklıma gazetelerdeki süpersonik köşe yazarlarının ilk cümleleri geldi. eskiden beni deli eden köşe yazıları hakkında yazmıştım bi yerde.
buldum kopyalıyorum =)

halkımızın neden üç yüz, dört yüz kelimeyle konuştuğunu resmen çözdüm. daha doğrusu, kelime haznesini genişletmek yerine “kaş göz işaretleri” ya da “el kol hareketlerini” tercih ettiğini anladım. hafta sonu ya.. evde okumadığım gazeteler birikmiş. çayımı demledim. okumadığım gazete dergileri yanıma yığdım.

ilk elime gelen islamcı kanattan bir günlük gazete oldu. orasına burasına bakarken “anadoluculuk” başlıklı bir yazı gözüme ilişti. genel başlık da “türkiye kimliğine alternatif yorumlar..” başlığın altındaki spotu okudum. kelimesi kelimesine şöyle: “anadoluculuk, gerçekte globalleşme ile etnosentrizmin birarada yaşaması çelişkisinden kaynaklanan ansiyetik bir tepki görümündedir..”

amin! allah kabul etsin de ne demek şimdi bu? bir daha okudum çözmek mümkün değil. cümlenin ortasına geliyorum, daha öncekileri unutuyorum. içimde okuma aşkı var ya! direneceğim. evde ne kadar gazete kuponuyla toplanmış ansiklopedi, sözlük varsa içine daldık. enstrosentizm sözcüğünün ne demek olduğunu buldum: etnik merkezcilik, demekmiş..
ansiyektik ise bizimkilerin sonradan icat ettiği bir şey olmalı. fransızca ancien’i buldum. karşılığı : eskiden kalma, gibi bir şey. sonra gazeteyi elimden bıraktım.

bu sefer sol bir gazetenin eki geçti elime. “belirlenirlik , oluşsallık, kestirebilirlik..” başlıklı bir yazı çarptı gözüme. “eh, başlıkta ilgi çekmek istemiş olabilir “ dedim. yazıya geçtim. bir süre geçti , birden fark ettim ki okuduklarımdan bir şey anlamıyorum.
neden mi? bakın şu cümleye: “duyu organlarımızla algıladığımız ( atomlar , evrimsel süreç, psikoseksüel gelişme gibi) algılayamadığımız bölümlerini ve yönlerini de kurguladığımız empirik ya da olgusal dünyanın birtakım temel ilkelere göre işlediğini söyleyebiliriz”

al başına belayı.. biraz kültür araştırması sonunda yukarıdaki cümlenin “ allah’ın dediği olur” gibisinden bir anlama geldiğini çıkarabildim. ancak emin de değilim.

hemen telefonu açıp tanıdığım en kültürlü adamı aradım. ilkokul dörtte takdirname almış. ortaokulda sınıfta kalmışlığı yok.
-sana bir cümle okuyacağım dinle..

yukarıdaki cümleyi tane tane okudum.
-şimdi sana bunun anlamını sormuyorum. sadece aklında kalan beş kelime söyle..

karşıdan cevap geldi

-sen haplandın mı ?

uzatmayıp telefonu kapadım. ama ufaktan ufaktan da kompleks basıyor, kıllanıyorum. kendimi “anlama özürlü “ biri gibi düşünmeye başladım.

sonra durdum “ulan allah’ın gazetesi dergisi bir tek bunlar değil ya dedim. bir dergi geçti elime.. atilla ilhan hakkında bir yazı var.. severim atilla ilhan’ı. yazı sardı beni.. yazıya dayanmış bir ömür başlıklı yazıyı okumaya başladım.

“imgelem ve düşlemi öne çıkarışlarıyla, betimlemeden imge ve eğretilmeye geçişiyle garipçilerin ve kendisinin aktif realistler, diye adlandırdığı toplumcu gerçekçi şairlerin öykülemeye yaslı şiirini belirtmekte olan yeni kültürel, düşünsel, tinsel sorunların dışlaştırılması için yetersiz bulunan ve başka türden bir yazınsal, şiirsel, beklenti ufkuna doğru dönen….” yeter ben tükendim, cümle tükenmedi.. pes ettim. bu kadar tesadüf olamaz üst üste allah benim sabrımı deniyor olmalı.

ulan bu laflar cumhuriyet’in bulmacasında bile yok. yok yani..

boş adam da sayılmam. mesela sorun bana japon lirik dramı nedir , diye “no” diyeyim.. bir ingiliz birası “ale”.. galiba benim zorlanmam üç dört harfi aşan kelimelerde.. ama bu kadar belalılarını hiç okumamıştım.

ne yani türkçeyi böyle mi konuşacağız.. maçlarda “ psişik sapmalarla anne karnında meydana gelen fiziksel yöntemlerden dolayı karşı cinse ilgi duyan hakem..” diye mi bağıracağız?? bu sırada telefon çaldı arkadaş aradı , az evvelki.

-sen biraz önce ne demek istedin?

ben de elimin altındaki dergiyi çekip rastgele bir cümle okudum.

-bir şey demek istemedim.. belirlenirlik yada belirlenirliğin, çok yalın olarak neden – sonuç ilişkisi biçiminde görebileceğimiz nedenselliğin geleceğe uzantısı olduğunu söyleyebilir miyiz, diye sormak istedim…

ne cümle ama ?

karşıdan cevap
-ben de senin… dedi kapadı.

oda benim gibi “elinde olmayan aksamalardan dolayı” okuduklarımı anlamıyor.
cehaletin kıymetini bilin.. her zaman derim “ cehalet mutluluktur”..

02.2007

sevişmezsen dans iyidir..

normal bi dans yok mu kardeşim. bachata bizi bozar diyorum sana

22 Aralık 2008

faşizme karşı omuz omuza faşizm

halkın milliyetçiğine karşı çıkarken, "ezilmiş halklar" gibi sempatik laflar faşizme karşı kullanılıyor. ezilenlerin yanında olma psikolojisi diyebiliriz buna. bu psikolojiyle meseleleri değerlendirirken objektiflik sınırlarını aşıyor insan.
kürt faşizmi çoğunlukla farkında bile olmadan yapılıyor.
faşizme karşı, haklı insanların çıkıp "kürdüz ölene kadar" demesi gerçekten komik oluyor. hem ırka dayanan bi idolojiye düşman olacaksın hem de ırk vurgusu yapacaksın.

en boktan şeydir ırkçılık. karşıyken bile dikkatli olmalı. ezilen halk romantizmi kimseye fayda sağlamıyor çünkü. sadece varolan milliyetçiliği körüklüyör. yani aslında ıkçılığın önüne geçmek için yapılan şey yine ırkçılığı tetikliyor. kürt faşistlerinde oturup sorgulamaları gerekir bunu.
bu topraklarda faşizmin döktüğü kanlara eli bulaşan kim varsa, onun karşısında ne yapılabilirse onu yapmayı isterim. ama sen artık bu kanlarla besleniyorsan ve varlığını artık bu faşizme borçluysan egemen olanın faşizmi ağır basıyor. bi bakıyorsun karşısında durduğun adamlarla aynı kanda ellerin.

mevzu aslında "örtmenim camı ben kırmadım" diyen çocuğun camı kırmış olduğudur.

başkalarını savunmak iyi değildir türkiye de. klasiktir bu. "iyi güzel diyonda bu x'in eline koz verir" . ermeni soykırımı meselesinde böyle bi klişeyle karşılaşırsınız mesela "aman ermenilerin eline koz vermeyelim, olduysa bile saklayalım" ne kadar salakça olduğunu söylemeye gerek yok. ama mevzuyu illa komik hale getireceğiz. başbakan çıkıp "bana ne ya ben mi öldürdüm yeaa" diyyebiliyor.
lisede derslerin boş geçmesinden hep bunlar. mesela vatandaşlık dersine biyolojici girmişti bizde. bi subay girseydi mesela memlekette milliyetçi olmayan yetişmeyecekti. bu özür dileyen aydınlar işte bu yüzden "milli çıkarlarımızı düşünmüyorlar" o yüzden onlar bizim aydınımız değil. nasıl duygulanıyorum böyle şeyleri duyunca. canım benim.

"ama onlar da bizim topumuzu alıp kaçtı" di mi yaa

her dem her an


"pınarbaşı tadında aşk yoktur" sloganını seviyorum. slogan yaptım bundan, bu cümledende onu anlıyoruz. bi de böyle bi şey var. izmit te bir cuma namazı sokakta insanlar. aşk böyle bir şey midir?
yoksa sabahları ayılabilmek için içilen kahve midir? uykunu alamadan kalmak kahve içmek için mi? yoksa tam tersi mi? beden bağımlı oluyor. vazgeçemiyorsun. onu sevdiğin hale getirmek için uğraşıyorsun, onun için uyanıyorsun. az sonra biteceğini bile bile içiyorsun her an önemli oluyor. her yudum. aşk bu di mi? aşk.. korku güzelliği besliyor galiba. din böyle olmadı hiç benim için. küçükken o kadar korkutmalarına rağmen.


mirkelam - her dem her an

18 Aralık 2008

kendimi tebrik ederim

dün akşam eve giderken bi araba korna çaldı. baktım bizim mahalledeki caminin eski hocası. emekli olan Dursun hoca deterjan satışına başladı. eskiden günah temizlerdi şimdi lekere düşman. tamam kötü espri. bunu hocaya yapmadım tabi.

"gel beraber gidelim" dedi. hemen atladım, samimi insandır Dursun hoca. Genelde korkarım camiden, cami hocasından v.b. ama o ayrı bi adamdır. yeni cami hocası "kahveye gitmek günahtır" tipinde bi adam. ama Dursun hoca türk filmlerindeki Ali Şen'in az yavşak ve sevimli hali.

"önce bi trabzon ekmeği alalım öyle gideriz değil mi?" bu bi soru değildi aslında. "gidiyorum bak ona göre" diyordu. Ekmek almak için inerken radyoyu açtı "istediğini aç" dedi. ben ellemedim tabi. teknoloji beni sevmez bi sorun olur diye düşündüm. arabaya geldiğinde radyoda Tanju Okan "benim en iyi dostum içkim sigaram" diyordu. hoca kapadı radyoyu.

"okul bitti mi?", "ne iş yapıyrosun?", "evlilik ne zaman?" gibi seri sorulara maruz kaldım. sonunda "Teravih namazı nasıldı?" dedi. eblek eblek bakmış olmalıyım açıkladı "ramazanda teravih diyorum, ben kıldırdım ya onu sordum?"

dumur oldum kaldım. "eee şey kem küm.." bi kaç saniye saçmaladım emekli olduğu epey oldu diye biliyordum. meğer ramazanda cami hocası tatile gitmiş onun yerine emekli olan eski cami hocası bakmış. "siz her zaman iyisiniz hocam" dedim. şevkle gözleri parlayarak konuşan adama "ramazanda hiç teravih namazına gitmedim hocam, kadir geceside sarhoştum zaten" mi deseydim. Yüzünde gülümsemeyle beni eve bıraktı ve evine gitti. yalan söylememiş ve durumu kurtarmıştım. Çünkü hep iyi bildim ben onu. Ellerinden öperim tonton hocam..


*başlık selahattin duman'dan araktır.

17 Aralık 2008

Vakti Geldi Ayrılığın Ne Yapsak Boş


"belki beraber olsaydık , mutlu olabilirdik ama beklediğin günlerin hep baş ağrılı geçiyorsa, ihtimal üzerinde yoğunlaşmayada gerek yok. malum hayat o kadar uzun olmayabilir. en iyisi durup bi nefes almak..." dedi kız.

çocuk hayat aslında sevdiklerin yanında olmadığı zaman uzun olduğunu, beraber olsalardı zaman daha çabuk geçerdi, tezini savundu. hem ilişkide ara vermek olmazdı çocuk için. araların kimseye faydası olmadığını düşünürdü.

kız kafasında bitirmişti zaten. ne dese olmayacaktı işte. mesafeler aşkı paslandırıyordu. yıpranmak, paslanmaktan iyiydi oysa.

çocuk gevşekti, kız tam tersi herşeyi en ince detayına kadar düşünüyordu. bu kadar farklı olduklarını uzaklaştıklarında anlamışlardı.

oysa kız kokusuyla bile pandik atıyordu adeta çocuğa. çocuk; acaba ona sıkıca sarılmam teninin tenime refleksi miydi? diye düşündü..

oysa aynı hayatları paylaştıkları, aynı havayı soluduklarını ve hep aynı hayatı yaşayacaklarını düşünmüştü şimdiye kadar. belki de hiç düşünmemiş, işi bu yüzden berbat etmişti. 5 yıllık kalkınma planı yapmadığı için mi bu durumdaydı şimdi? herşeyi ben düşünüyorum demişti kız. sen ne yapacaksın? sen şöyle yap, böyle yap. demeye başlamıştı kız. kendini olayların dışında tutarak.

sonunda bitiyordu işte. meg ryan gibi öpüşebilen kadındı o. fazla saf kalmıştı çocuk onun yanında.

12 Aralık 2008

bayram esemesleri

bayram sabahı paso msj geldi telefonuma. forward mailler gibi çoğu aynı ve topluca gönderildiği belli esemeslerdi. çoğuna cevap vermedim. zaten öyle bi ritüelim yoktur. bayramını kutlayacağım adamın gider elini öperim.

baksan msj gönderen herkes sanki şair. öyle çetrefilli şeyler yazmışlar bazısını 2 kere okudum amma dolambaçlı anlatmışlar "iyi bayramlar" yaz işte.

en güzelini seçtim paylaşmak istedim. aşık burçin izmir'den yolladığı msjda :

"bugün bayram, erken kalkın. sevinçliyiz hepimiz. yaşasın 23 nisan" yazmış. bayramın en güzel esemesi bu oldu.

kadınlar datmin edilmeli


bi kadın saç rengini veya modelini değiştirdiğinde fark edin. yoksa ya sus pus olup somurturlar siz anlayana kadar (ki ben anlamadım sonunda 'fark etmedin mi saçım nasıl olmuş?' dedi.) veya ağlayanıda görülmüştür. ,

ancak "ne saçı, ne boyası, fark etmemişim" gibi cevaplar vermeyin. kıvırın kıvırabildiğiniz kadar "manyak mısın? çok güzel olmuş. seni uyuz etmeye çalışıyordum" denilebilirmiş mesela. yerse tabi. gerçi yemese bile söylemeli datmin etmeli.

fotografta bülent bölükbaşı saçlarındaki kepek problemi yüzünden ağlamıyor belirteyim. vefanın sadece semt olduğunu gösterir bir tablodur..

6 Aralık 2008

pınarbaşı tadında aşk yoktur

akşam arkadaşta içerken trt2 açıktı "rob roy" oynuyordu. kadın adama aşıktı, deli gibi seviyordu. ama erkek çok göttü:

kızcaaz - seni seviyorum

gt adam - senin aşkın bi gübre yığını ve ben onun üstünde duran horozum



sonra sittir oldu gitti. içkiden bi yudum daha aldım, bi küfür savurdum..

1 dakika



saat 23:59 ve sorulan soru:

"bugün senin doğum günün müydü?!"

turgay şeren olsa "yok ebesinin..." derdi. "1 dakika" dedim.. baktım 00:00 "yoo" dedim

öptüm seni blog

5 Aralık 2008

bir sarsaklık var belli
ellerim titriyor her sigara yakışta
bir korkaklık var besbelli
kalp tekliyor her aşkta.

artık daha iyi biliyorum
anılara bir parça daha
katma çağları bunlar.
her öyküyü
bir parça abartma çağları.

bir şiir yazarsam belki
düzelir sandım sattığım harfler
sadece üzüldüm.

yirmidört yılı unutursam,
uzanır sandım önümde yeni anlar
sadece yanıldım

bir yanlışlık var belli
her iki gözümde birer uzun yaş
müjdecisi olmaz ki yarının
yirmibeş denilen bu manasız yaş

4 Aralık 2008

Munlayt en vodka



Okul tek dersten bi sene uzamıştı. ankara da röntgencilik yapıyordum. tamam, milleti dikizlemiyordum. röntgen üreten bi firmada çalışıyordum. Öğrenciydim ve fena para almıyordum hepsini sakarya caddesinde barda harciyordum. sabah 9 dan akşam 5-6 ya kadar işteydim. iş çıkışı sakarya da nihayet veya limon bara giderdim. bazen gece makina çıkışını kontrol etmeye gitmem gerekirdi.
bunları ekürim Selçuk la beraber yapıyordum. bir diğer röntgenciydi. benden 3-4 yaş büyüktü ama aynı sınıftaydık. eşek kadar adamdı. istanbul beyefendisiydi(!) çok artisti. yok üniversite bitirmiş yok çift anadal yapıyormuş. yok bilmemkaç dil biliyormuş. ingilizce ve ispanyolca iyi konuşuyordu. almanca ve fransızca bildiğinide söylüyordu. ama atıyordu. beraber girmiştik işe, oda dan tanıdık sayesinde gidip görüşmüş beraber başlamıştık.
okulda ilk gördüğümde hiç kimseyle konuşmuyordu selçuk. tabi benimle konuşuyordu ancak 2. sınıfta. kimseyle konuşamadığından belki iyi anlaştık. adını dahi 2. sınıfta öğrenmiştim. iyi dost olduk. ona kel ayvırsın diyordum.
herif tam manyaktı. bende onunla beraber akşama kadar deli gibi çalışıyordum .akşama kadar bi sürü resim çiziyor. dosya işlemleri yapıyor. elektronikçilere akıl veriyor. imalata gidip makina başında çalışıyorduk. akşam da ya bara gidip içerdik yada oturduğumuz evin karşısında tesislerde basketbol oynardık.

bi akşam yine sakarya daki nihayet e gittik. bardaki yerlerimize çöktük. barmen şakacı bi çocuktu. adı ali ydi ama izzet altınmeşe nin genç ve uzun saçlı haliydi. 'ya ali'diyorduk ona.
"ya ali" dedim üstelik cuma günüydü. gerçi bizim için diğer günlerden farkı yoktu. "biz geldik, son duanı et" dedim. ellerini havaya kaldırdı dua eder gibi. yarılmamıza ve içmemize bir sebep oluvermişti.
iş çıkışı yemek yemez direk bara giderdik. ben çok açsam bira, değilsem votka tercih ederdim. Selçuk'un bi şişe cini veya birası olurdu. buzla içerdik içkileri ağzımızda kırmaya çalışır mesud olurduk. Aralıksız sigara içerdik. Selçuk hep sigara otlanırdı benden. Üstelik aynı parayı alıyorduk. fazla sallamazdım.
hemen bi bira koydu önümüze ali. "bu ne len" dedim. "ben belki bira içmeyeceğim". pek yorulmadığım bi gün sonunda biraz uğraşmak istiyordum.
"ne içiyoruz"
"ben ayriş kafi istiyorum"
"neskafe ile türk kahvesi var abi"
"ne tırt barmensin sen ya ali, bilmiyor musun?"
"yok abi"
"tamam lan vodka ver"
o sırada selçuk coco pops tipinde, banada deli gibi yedirdiği şeylerden ve ali'nin önümüze kadeh içinde koyduğu salatalık, havuç parçaları ve tuzlu fıstık ağzına atmıştı. hepsini ağzına almış bardağındaki buzuda ağzına atıp hepsini ağzında çorba yapmıştı. abur cuburu çok severdik.
ali nin verdiği bardaklardan 3er 4er tane içmiştik. biraz sonra telefon çaldı iş yerinden röntgen çıkışı olacak ve son kontrol için gelmemiz gerektiğini söylüyordu, muhasebeci makina mühendisi sefa. Sefa gece yarılarına kadar şirkette olurdu. patron onu köle gibi kullanırdı genelde. şirkete mühendis olarak girmiş sonradan muhasebeci olup çıkmış. en eski çalışanlardan biriydi. cemaatle bağlantısı olduğunu düşünürdük hep. karısıyla sorunları vardı. gece yarısı ofiste telefonda kavga ettiklerine çok şahit olmuştuk.
Neyse, ofise girdiğimizde bu sigara içiyordu. onun içtiğini görünce otlanmayı düşündüm ama sigara içmek yasaktı ofiste. birer tanede biz yaktık.
röntgeni kontrol ettik, röntgen radyasyon yaydığı için işçiler hemen uzaklaşıyorlardı deneme sırasında. biz radyasyona meydan okuyorduk. elimizde sigarayla kontrolü yaptık. Bara dönmeden Sefa nın yanına uğradık. bazen Sefa, bazen Sefa ağabey diyorduk.
belkide bi sigara daha otlanmak için gittik yanına.
"ee bu gece ne yapıyoruz?" dedi
birbirimize baktık
"piiz yapıyoruz" dedim. bizimki anlamadı "içiyoruz".
"sen de gel"
"nereye?"
"büyük ankara pavyonuna"
uzaylı abimiz mustafa topaloğlu bakışıyla bakınca hemen
"sakarya ya gidiyoruz" dedim.
"geleyimde nasıl içilir görün" dedi.
Selçuk o sırada sigara içiyor ve ağzının kenarından hafiften salya salınmaya başlıyrdu. bişeyler söyledi anlamadım.

2-3 saat sonra Selçuk'la 1er şişe bitirmiştik neredeyse. Sefa nın karısıyla, çocuklarıyla, iştekilerle, sevgilisiyle olan bütün sorunlarını öğrenmiştik.
Selçuk bardaki kıza bi içki ısmarlamıştı. yine ağzıda fıstık ve buz vardı. kendi kadehini içtikten sonra kıza "içmiyor musun?" dedi önündeki bardağı göstererek. kızın cevabını beklemeden kadehi alıp içti sonra fıstıklı bi şekilde pis pis sırıttı.
kafa patlatan bi başağrısıyla uyandım. selçuk'un sırtı karşımda duruyordu. kızılay da neciplerin evdeydik. nasıl geldik hatırlamıyordum. kaltım Selçuk u dürttüm hala maymun gibiydi. Sefa abi ortalarda yoktu. sonradan öğrendik taksiye bindirip onu evine yollamışız..
çok çılgın çocuklardık..
bi kaç ay sonra işide ankarayı da bırakmıştım..

3 Aralık 2008

Aşkın Gözyaşları



Şu hayatta daha vurucu şiir var mıdır!

offfff üzülme be gülüm, sakın üzülme
olmadı işte, ayrıldık
kızmadım sana, kızamıyorum
yeterki sen üzülme ben sana hiç kıyarmıyım
yani o kadar da hıyarmıyım
hıyar dedim de aklıma geldi
yeni sevgilinle aran nasıl

oda seni benim seni çok sevdigim gibi seviyor mu
arasıra goruselim olur mu
misafir ol gel bana yumurta kırayım sana
param pulum yok ama
borc yazdırırız bakkala

seni nasıl sevdigim senin hic şşşeyind.. eee umrunda degil
hatırlarmısın bilmem
o mahur beste çalar müjganla biz fenalasırdık
haa sahi gecen gün bekledim seni
saza niye gelmedin
seni bilmem ama ben acayip gaza geldim
sonra soda içtim, geçti

hatırlamalı, sevgiyle anmalı, unutmamalı, incitmemeli
uçan memeli, kaçan memeli, tutan memeli
öbürü de gelmiş hani bana hani bana demiş
biliyorsun ne yapsam ayılamam senden asla
hafife alma ask vurur insana

birde yer vurur sonra
masa tenisi, bu kadar kolay sanma

ilvanlım
ilvanlım ilvanlım ilvanlım amman
amaan neysee

sen cok guzelsin
aa acayipsin be acayipsin c hicbiri d hepsi senin mi

hatırlarmısın sazlar çalınırdı camlıcanın bahcelerinde
benimde arabanın teyibini calmıslardı
şimdide seni çaldılar benden
ve şimdi içiyorum her gece
her gece başka bir işkembe
paça, tuzlama, kokoreç, kelle gel beni kısmen yelle

haa unutmadan ebabil bir kuşsa saka daha kuştur
saka kuş olarak kalacaktr
kuştur kuş olacaktır
kuştum kuştunuz kuştular kuşarlar

şiirime burda son verirkene
bi dakka doktor bey geliyorum
şiirime burda son verirkene
seni çok sevdigimi soylemek istiyorum
ha birde yeni bir kedi aldım o da çok şeker
gidişim suskun olmustu ama donusum muhtesem oldu
yaslı gittim sen geldim
ac koynunu ben geldim

yüzümün yarısını su yarısını yokluğunla yıkarken
gözüme hüzün kaçtı, anladım
ne yapsam ne etsem geçmeyeceğidi
bu sensizliğin ağır sızısı
ve bileklerimden hep
yalnızlık akacaktı, kan kırmızısı